2007-04-08

Yaşama ve Yaşatma Sorumluluğu

“Sorumluluk alma” öğrenilen bir davranış mıdır, yoksa genetik kodlamamızda mı vardır doğrusu bilmiyorum.. ama aynı anne-babadan olma iki kardeş bu konuda farklı kişiliklere sahip olabiliyorsa genetik faktör pek de güçlü değildir denebilir.
Sonradan öğrenilen bir davranış ise eğer, o zaman da toplumsal eğitimimiz ve çocuk yetiştirme şeklimiz ön plana çıkacak demektir.. bu iki konuda da sınıfta kalacağımız gerçeğini göz önüne alırsak, konunun içinden çıkmamız hayli zorlaşacak demektir.
Aşırı korumacı bir toplumsal yapımız var. Bu tutum, tüm yaş gruplarındaki insanların, diğer tüm yaş gruplarına karşı olan duygularını yansıtacak biçimde oluşmuş. Yani 50 yaşındaki kardeş, 45 yaşındaki kardeşini, küçük bir çocuğu koruyor gibi koruyor. Anne-baba-çocuk ilişkilerine gelindiğinde ise iş iyice abartılıyor ve neredeyse anne-baba, çocuğun yerine yaşıyor yaşamı. Sonunda da, o çocuk özgüveni gelişmemiş bir genç ve yetişkin olduğunda, aynı anne-baba nerede hata yaptıklarını sorgulamak yerine, suçu herkese ve çocuklarına atıyorlar.
Uzmanların belirttiklerine göre; çocuk eğitimi 2 yaşından başlayan bir süreç. 2-5 yaş arası oldukça önemli, 5-12 yaş arası ikincil derecede öneme sahip. Bu 10 yıllık sürede çocuğa verilecek eğitim ne kadar bilimsel, gerçekçi ve evrensel değerlere dayanırsa, çocuk o denli mükemmel ve sorunsuz bir yetişkinlik yaşıyor. Tersinde ise, yaşam karşısındaki duruşunda çeşitli eksiklikler ve hatalar oluşuyor. Yani çocuk “yaşama sorumluluğunu” yüklenecek bir genç ve dahası, yetişkin olamıyor.
Çocukları yetiştirecek olan anne-babaların bu eğitimi verebilecek yetkinlikte olması, aynı anne-babaların yetişme sürecindeki toplumsal eğitimle doğru orantılı bir eylem. Kısaca ülke olarak hemen bugün, mükemmel bir eğitim sistemine kavuşsak, bunun sonuçlarını en erken üç nesil sonra alabiliriz.. bu da en az 75 yıllık bir süreç demektir. Daha kısa sürede sonuç almak için ise aynı mükemmel eğitimin ulusal medya desteği ile verilmesi gerekir kanımca.
Bu eğitimin verilmediği/verilemediği toplumlarda insan davranışları nasıl oluyor peki? Etrafımıza baktığımızda günlük yaşamımız içinde sayısız örnek görebiliriz bu konuda. Şu an çocuğu ilköğretim ve lise çağında olup çocuğundan şikâyetçi olmayan yok gibi. Şikâyetler çok çeşitli olmakla birlikte, ana konu çocukların doyumsuzluğu ve amaçsızlıkları. “Benim çocuğum yaşamdan büyük bir keyif alarak yaşıyor ve çok mutlu” diyen anne-baba yok gibi. Yaşamımızdaki her olumsuz duruma bizim dışımızda bir neden arama alışkanlığımızdan dolayı da bu sorunun çözümü şu an henüz bulunmuş değil. Aileler sadece şikayet ediyorlar ve çocuklarını suçluyorlar. Ve böylece de bir bakıma “yaşatma sorumluluklarını” ihlal ettiklerini ve yerine getiremediklerini itiraf ediyorlar.
Öte yandan yetişkinler olarak bizler ne kadar yaşama sorumluluklarımızı yerine getirebiliyoruz acaba? Bizler ne kadar olması gerektiği gibi yaşamayı becerebiliyoruz?
Ölümler sıralı olmalıdır. Yani bir rutin döngü içinde, önce daha yaşlılar vefat etmelidir. Ölüm hiçbir koşulda kabul edilebilir bir olgu değildir. “Her ölüm biraz erkendir” cümlesi günü geldiğinde hepimizin yaşadığı acı bir gerçekliktir. Ama bundan da acısı ve dayanılmaz olanı rutinin dışındaki ölümlerdir kanımca.
Acaba kaçımız rutin dışı bir ölüm yaşamamak için belli gayretler içindeyiz? Kaçımız sigara içmeye devam ediyoruz? Kaçımız düzenli yaşayıp çevremizdekilere, bizi sevenlere erken bir ölüm yaşatmamak için sağlığımızı tehdit eden faktörleri sırayla yaşamımızdan çıkarıyoruz bilinçli olarak? Ve kaçımız yılda bir kez olsun sağlık kontrolünden geçiyoruz?
Eminim, daha küçük yaşlardan itibaren model olarak anne-babayı alan çocuklar, bu konuda dikkatli ve titiz anne-babalara sahip olsalar, onların yaptıklarını görüp-yaşayıp, yaşama bakış ve bu konudaki algılamaları daha farklı olur. Bilinen bir olgudur ki; evde anne-babayı elinde kitap, gazete, dergi ile gören çocuklar okumaya hevesli oluyorlarmış. Anne-baba televizyon başından kalkmıyorsa, çocuktan iyi bir okuyucu olmasını beklemek biraz hayalcilik olmaz mı?