2012-03-04

BİRİSİNİ ÖZLEMEK ÜZERİNE

DEDE HÜSEYİN’E ÖZLEMLE..
Yılın birkaç gününü Adana’da geçirmek en büyük zevklerimden birisi. Belki de insan belli bir yaşa gelince, yani kırkını geçip, her yönden, özellikle fiziksel güç yönünden, düşüşe başlayınca, hele ellisine merdiven dayamışsa, kendisini geçmişe bağlayan kişi ve objelere daha çok ilgi duymaya başlıyor. Yıllardır arayıp sormadığı insanları aramaya, gitmediği, ihmal ettiği ve/fakat geçmişinde iz bırakmış olan yerlere ilgi duymaya başlıyor. Bu çift yönlü bir gelişim aslında. Biri, olgunlaşmanın doruğuna yaklaşma, dolayısı ile hoşgörü sınırlarının genişlemiş olması, diğeri, mutlak sona yaklaşma ve belki de ölüm düşüncesi. Kim bilir, belki de o güne kadar ihmal edilenlerden bir tür af dileme bile olabilir.
Sonuçta ben de belli bir yaştan sonra Adana’ya, oradaki arkadaşlarıma ve geçmişle bağlantım olabilecek her şeye, daha fazla ilgi duymaya ve yılın birkaç gününü orada geçirmeye başladım.
İlginç bir gelişme olarak şunu da not etmem gerek: ilk kez 40 yaşımdan sonra yakınlarımın mezarlarını ziyaret etmeye, hatta ihtiyacı olan mezarları onartmaya başladım. Aslında insan muhteşem bir yaratık. Beyni müthiş bir sıra ve düzen içinde çalışıyor. Hiçbir duygu durumu ve farklı bir algılayış, sırası gelmeden devreye girmiyor yaşamımızda.
Geçen yıl Adana’ya gittiğimde, her zaman olduğu gibi Dede’ye uğradım, “Dede ben geldim, yarın akşam ekibi topla” dedim. (Dede Hüseyin’in çocukluğumuzdaki lakabı Dev Hüseyin idi.. oldukça iri yapılı, kavgacı, gözünü budaktan esirgemeyen birisiydi.. bizlerden 2-3 yaş büyüktü.. futboldan anlamasa bile mahalle takımımızın değişmez elemanıydı, zira onun oynadığı maçlarda bütün şüpheli durumlar bizim takımın lehimize sonuçlanırdı!!)
Ertesi akşam Onbaşılar’da toplandık. İçki soframızı donattık. Yiyip, içmeye ve sohbete başladık. (Adana’ya her gidişimde eski mahalle arkadaşlarımla toplanmak gelenek haline gelmişti.. ülkemizde ve ne yazık ki, kendi aramızda oluşturduğumuz yabancılaşmanın harika bir örneği aslında bu olay.. Adana dışında olan bir tek ben varım.. Adana’da olan 10-11 eski arkadaş sadece ben Adana’ya gittiğimde bir araya geliyorlar..) Neyse, ızgara olarak, bu lokantada çok güzel yapıldığını söyledikleri “külbastı” söylediler benim için. Dışarıdan giden tek insan ben olduğum için, ilgi doğal olarak benim üzerimde yoğunlaşıyor. Yani sohbet ve konular bana yönelik olarak gelişiyordu.
İlerleyen saatlerde şöyle bir olay oldu. Tabağımdaki, gerçekten çok leziz olan, külbastıyı bitirip, mezelerden alıyordum. Arkadaşlarla hararetli konuşmalardan sonra çatalı elime her alışımda tabağımda meze türü şeylerin yanında harika bir et parçası buluyordum. Önce algılayamadım. Sonra dikkat ettim. Olay şu idi: Ben yüzümü konuşmak için arkadaşlara döndüğümde, Dede Hüseyin kendi tabağından bir et parçasını gizlice ve seri bir hareketle benim tabağıma koyuyordu. Bu olayı dört-beş kez yaşadıktan sonra, “Ne yapıyorsun sen?” dediğimde, o herkesin özellikle kızdırıp, galiz küfürler etmesini istedikleri, (çünkü çok güzel küfreder bizim Dede, güzel küfrün ne demek olduğunu da sadece Adanalılar bilir..) başkalarına göre belki de, “kaba-saba” olarak nitelenen, iri yarı ama sevgi dolu bu insan, büyük bir saflıkla, “olsun, ben senin yemeni istiyorum,” dedi.
Birisi tarafından bu şekilde düşünülmek muhteşem bir duygu. “Sevgi paylaşmaktır” tanımı bu yüzden en sevdiğim tanımdır. Paylaşım varsa sevgi de vardır. Paylaşım yoksa veya çeşitli nedenlerle ortadan kalkıyorsa, sevgi tehlikede demektir.
Erkeklerin dünyasında, bu tür ve farklı paylaşımların yeri daha fazla. Erkekler yaşamlarının büyük bir bölümünde çeşitli takımlarda spor yaparlar. Bu bir paylaşımdır. “Takım ruhu” denen şeyin gelişmesidir. Çeşitli sosyal etkinliklerde, büyük bir mücadele içinde, rakip olarak arkadaşları ile çekişir durur. Bunların hemen hiçbirinde, sonu kanlı-bıçaklı olacak şekilde bir son yoktur. Arada bir hır-gür çıksa bile, birçoğunun sonu tatlıya bağlanır. Kadınların dünyasında, sanırım, bunların yeri daha azdır. Onların dünyayı algılamaları bizden biraz farklı.
Örneğimizden hareketle şöyle bitirebiliriz sanıyorum. Bir kadının bir erkeği tam olarak anlayabilmesi için, o kadının da yaşamında, tabağına gizlice etin en güzel tarafını koyan bir başka kadının olması gerekir.. yani erkekler dünyasındaki kimi kaba-saba fedakarlıkların, kadınlar arasında da yaşanması gerekir.. Elbette kadın arkadaşlarım bu cümleden dolayı beni suçlayacaklardır ama ben kadınlar arasındaki dayanışma şeklinin bizlerden farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadınlar yaşamları boyunca, hemen her şeyi, bu arada insanları da sürekli olarak kıyaslamak üzere koşullandırılmışlardır. Toplumsal dokumuz ne yazık ki bu şekilde…
Bu yazıyı daha önce okumuş olan bir kadın arkadaşım aşağıdaki açıklamayı yapmıştı. Elbette bu şekilde düşünen arkadaşlarımı saygıyla karşılıyorum..
“Bir kadın bunu yaşamı boyunca hep eşine, çocuklarına, sevdiklerine, arkadaşlarına yapar. Bu kadın tarafından sürekli yapıldığından öylesine olağanlaşır ki kimse farkında değildir. Erkekler daha bencil yaratıklar olduğundan ve böylesi davranışları pek yapmadığından onların bu davranışı bu duygular içindeki hemcinsini de şaşırtacak ölçüde bir sevginin işaretidir..”

NOT: Dede’yi geçen yıl bir trafik kazasında kaybettik. Bu akşam böyle bir dostu, iliklerime kadar özlediğimi hissettim, ve bu yazıyı sizlerle paylaşarak onu anmak istedim aslında. Okuduğunuz için sağolun..

2012-02-21

SEVGİ ÜSTÜNE

Günlük yaşamda en çok kullandığımız birkaç kelimeden birisi “sevgi”..
Herkes farklı anlamlar yüklese de, genelde, soyut ya da somut, bir obje ya da nesneye karşı duyduğumuz farklı ilgiyi anlatmak isteriz “seviyorum” dediğimizde..
Sevgi birçok farklı olguyu da barındırıyor içinde.. örneğin sevgide korku da vardır..çekinme vardır, ürkmek vardır, kutsallık vardır, hayranlık vardır, dokunulmaz kılma vardır, ulaşamamak vardır, kıskançlık vardır, yergi vardır, her şeyden önemlisi sevgide abartı vardır.. belki de tanımlamaya çalıştığımız her duygu biraz (ya da çok..) abartılarak sevgiye yamanmıştır..
• Peki biz neresinde ve nasıl bir duruş sergileriz sevgiye karşı..?
• Ne kadar usta, ne kadar acemiyizdir bu konuda?
• Hangi yaş grubunda nasıl ifade ederiz sevgimizi, ya da acaba ifade edebilir miyiz?
• Toplumsal baskı ya da güdülerimiz nelerdir?

Neresinden bakılırsa bakılsın, eğitim sisteminin hiçbir aşamasında “duygu tanımına” yer ve önem vermeyen bir toplumda sevgi konusu da diğer birçok duygu durumu gibi sakat doğacak ve aynı eksiklikle büyüyecektir.. bunun sonucunda ise günlük yaşamlarında sevgi gösterisi ya da sevgi sunumu yapamayan insanlardan meydana gelen bir toplum çıkacaktır ortaya.. bu toplumun belirgin özelliği de ne yazık ki, birbirlerine karşı içleri kin ve öfke dolu insanlardan meydana gelmiş olmasıdır..
Ancak temel çelişki şu ki; gelenekçi toplumlarda iktidarı ele geçiren tüm siyasal gruplar, topluma kendi ahlak anlayışlarını ve değerler sistemlerini dayatıyorlar, böyle olunca da toplum otomatik olarak iktidar yanlıları ve karşıtları olarak keskin bir biçimde ikiye ayrılıyor.. ve en acısı iki taraf da karşı tarafa yaşam hakkı tanımak istemiyor.. başka türlü söylemek gerekirse, insanın en temel güdüleri bile siyasi tercihlere kurban edilebiliyor.. bir tür zincirleme reaksiyon: bizim gibi gelenekçi toplumlar geri kalmak zorunda oldukları için geri kalmış toplum oluyorlar.. ikinci bir seçenekleri yok ne yazık ki.. toplumsal iç dinamikler bunu zorunlu kılıyor.. bilimsellik olmayınca bu sonuç zorunlu oluyor..
Eğitimin iki baş özelliği bizim toplumumuzda hep göz ardı edilir..başka bir deyişle bu özellikleri bilinmez ve uygulanmaz..belki de bir toplumu geri bıraktıran ana etkenlerdir bunlar.. bu iki özellik “insan sevgisi / insana duyulan saygı ve ülke sevgisidir..”
Batılılar “bir ülkeyi savunmanın en ucuz yolu eğitimdir” derken bunu anlatmak istiyorlar.. küçümsediğimiz, vatan sevgileriyle alay ettiğimiz birçok toplum, eminim, ülkelerini ve insanlarını bizim sevdiğimizden çok daha fazla seviyorlar.. bizim sevgimiz birçok konuda olduğu gibi; “sözde bir sevgi..”
Bu eksikliğin günlük yaşamımıza yansıması ise, yukarıda da değinildiği gibi, duygularını tanımayan insanların kargaşa içinde yaşamaları ve yaşamlarını organize edememeleri şeklinde oluyor.. duygularımızı tanımadığımız-tanımlayamadığımız için, karşılaştığımız sosyal sorunları, yazıya önem vermeyip sözel kültürle yaşamaya alışmanın verdiği kolaylıkla, aslında özümüze ait olmayan, kulaktan kulağa dolaşan basma kalıp cümlelerle çözmeye çalışıyoruz.. daha doğrusu çözemiyoruz..
Farkında değiliz ama, ulus olarak, ortak bir geleceğe bakamıyoruz.. ülkede insan sayısı kadar farklı gelecek tanımı yapılabiliyor.. kültürel olarak birbirimizi anlama yetenek ve imkanlarımız giderek azalıyor.. ortak bir geleceğe sahip olma noktasında siyasilerin yaptıkları hataların nelere mal olduğunu Libya, Irak, Afganistan vb. ülkelere baktığımızda çok rahat görebiliyoruz..ve biz de korkunç bir hızla, akıl almaz bir biçimde benzer bir sona doğru gidiyoruz..
Temel ihtiyaçlarımız olan;
• Sevgi konusunda doyumsuz yetiştiriliyoruz,
• Anne-babalarımızdan ve yakın çevremizden, yeterli ilgi ve onayı göremiyoruz,
• Şefkat eksikliği yaşıyoruz,
• Yakınlarımız bize özel olduğumuzu duyumsatamıyor,
• Bunların sonucunda bencil ve içe kapanık bireyler oluyoruz,
• Yaşamımızda hep bir şeyler eksikmiş duygusuyla yaşıyoruz,
• Kendimizi değersiz görüyoruz,
• Sevgimizi koşulsuz veremiyoruz, hep bir karşılık bekliyoruz,
• Duygusal yaşamımızda hata üstüne hatalar yapıyoruz,
• Beklentiler üzerine bir yaşam kuruyor, beklentilerimiz zihnimizde kurguladığımız şekilde karşılanmayınca bozgunlara uğruyoruz,
• Kendimize yetemiyoruz, kendimizi yönetemiyoruz,
• Günlük yaşamlarımızda kontrol edemediğimiz bileşenler ve olgular hızla artıyor,
• Bu halimizle bile başkalarının yaşamlarını düzenlemeye çalışıyoruz,
• Ve iflas ediyoruz !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
• 50’li yaşlarımızı devirip, torun sahibi olduğumuzda, o kimselere veremediğimiz ve herkesten esirgediğimiz sevgimizin tümünü abartılı bir şekilde torunlarımıza sunuyoruz.. işin kötüsü, aslında bizdeki temel bir eksikliğin dışa vurumu olan bu durumu da, gerçek sevgi sanıyoruz..
Belki de temeldeki en acı gerçeğimiz, yanlış kurgulanmış yaşamlarımızı doğru yaşamaya çalışmamız.. bu ise mümkün değil..
Ülkemizde neden her şey ters gidiyor diye sorgulamaya gerek yok bence..
Çocuk yetiştirme yöntemlerimiz yanlış.. çocuklarımızı yetiştiremiyoruz.. bizim neslimiz bunu el yordamıyla, topal-aksak bile olsa yaptı ama kimse alınmasın, şu anki 20-30 yaş grubu bu konuda bocalıyor..
Yanlış bilgilerle yetişen çocuk hiçbir şekilde olgun bir yetişkin olamıyor..
Ve sonuçta 74 milyonun ezici bir çoğunluğu eksik kimliklerle, yanlış kişiliklerle yaşamlarını yaşıyor ve yaşatıyorlar..
Bilgisiz toplumların en temel özellikleri duyarsız olmaları imiş..biz öyle değil miyiz?
Biz hayata ne verirsek, hayat da bize onu geri veriyor..
Keyifle, sağlıkla kalın..

2012-01-23

TORUN SEVGİSİNE FARKLI BİR YAKLAŞIM

TORUN SEVGİSİ
Sürekli olarak aynı ve değişmeden yaşadığımız sosyal olaylar ile toplumda genel kabul gören düşünce ya da davranış kalıplarını, çoğunlukla sorgulamadan kabul ederiz. Bunlara karşı koymayı ya da değiştirmeyi, işin kolayına kaçmayan bir yapımız yoksa, kolay kolay da düşünmeyiz. Çünkü böyle yaşamak daha kolaydır.
Üzerinde durmak istediğim konu; artık belli bir yaşın üstünde olan bizler için söz konusu olan “torun sevgisi..” Zira bugünlerde sık sık torunu olan arkadaşlarımızın haberlerini alıyoruz. (Bütün torun sahibi olan arkadaşlarımı, ailelerini ve çocuklarını kutluyorum.)
Torun sahibi arkadaşlarla konu üzerinde tartıştığımızda hep aynı cümleyi duydum: “Hele bir torunun olsun görürüz..” Tartışmaktan kastım ise şu: Torunu olan arkadaşlarımın bir kısmı, koşullar ne olursa olsun, ortada bir torun varsa, büyüklerin, yani bizlerin tüm yaşamlarını bu gerçeğe göre ayarlamaları gerektiğini savunuyorlar. Gerekçe olarak da torun sevgisinin eşi benzeri olmayan bir sevgi türü olduğunu, torun için her sıkıntıya katlanılabileceğini söylüyorlar. Ben de, torun -lar- için bazı fedakarlıkların yapılabileceğini, ama yaşamımı kesinlikle onlara bakmaya adamayacağımı savunuyorum. İmrenilecek bir vericilikle torunlarına sahip çıkıyor.
Nedense insanın –kendisi hakkındaki düşünceleri dahil- diğer insanlara karşı hissettikleri, duyguları, onlara karşı takındığı tavırları, sözleri, hep, üzerinde tartışılacak konular olmuşlardır. Egomuz kendi mükemmelliğimiz ve yanılmazlığımız üzerine kurulu olduğu sürece de bu böyle devam edecektir. Yok insan en fazla annesini sever, yok en çok ilk çocuğunu sever, hayır canım insanın eşinin yeri başkadır, yok yok torun sevgisi bambaşkadır vb. konular bunlara örnek olabilirler. Bütün bu özelleştirilmek istenen kişilerin yerine, insanda herkese sunabilecek kadar sevgi vardır veya yoktur desek daha rahatlatıcı olmaz mı acaba? Ya da insanın bu duyguları yaşayabilmesi için kendisiyle mutlak bir barışıklık içinde olması mı gerekir?
İnsan pozitif bir yapıya sahipse, akıllı ise, bilgili ise, kendisine belletildiği şekilde değil de, kendisi olarak düşünüyorsa, bence her şeyi ve herkesi eşit biçimde sevip, sevgisini herkese koşulsuz sunabilir. En fazla ne olur? En yakınlarına biraz daha farklı davranır.. Yoksa, birilerine ya da bir objeye, çok abartılı, neredeyse hastalıklı sevgi türüne girer bir şekilde, sevgi sunumunun sağlıklı olduğunu sanmıyorum ben.
Belki de kimi duygularımızı tam anlamı ile adlandıramadığımız için, bize o şekilde öğretildiği için gerçekçi olamıyoruz. Gerçekçi olamıyoruz, çünkü gerçekçi, sorgulayıcı ve analitik şekilde olaylara yaklaşma yöntemlerini bilemiyoruz. Hamile kadınların “aşerme” olayı gibi yani. Tıp ve bilim “böyle bir olay yok” diyor. Ama buna rağmen dünyadaki bütün kadınlar hamile kalınca bu duyguyu yaşıyorlar. Belki de kendimiz olmak, öyle sanıldığı gibi kolay değildir.
Sonuç olarak, insanların belli bir yaşa ulaştıktan sonra, torunlarına olan sevgi ve hoşgörülerinin onların torun sahibi olmaları ile doğrudan bir ilişkisi yok bence. Olsa olsa o insanların bulundukları yaş gurubundan dolayı, bir çocuğa karşı nasıl davranılacağını artık öğrenmiş olmalarının sonucudur o geniş hoşgörü ve sabırları. Böyle olunca da, başta kendi torunları olmak üzere, tüm çocuklara karşı inanılmaz bir yumuşak başlılıkta yaklaşabiliyorlar. Belki bunun altında biraz günah çıkarma isteği bile vardır bilinçsizce de olsa. Kendi çocuklarına olan ihmalkarlıklarının ve tahammülsüzlüklerinin bilinçaltlarındaki suçluluk duygusunu biraz olsun hafifletmeye çalışıyorlardır belki de. Aksi halde, gençlik yıllarında, kendi çocuklarına göstermemiş olduğu sevgiyi, çocuklarının çocuklarına böylesine koşulsuz sunmasının hiçbir mantıklı açıklaması olamaz.

GÖNÜLLÜ ÇALIŞMALAR HAKKINDA BİLGİ

Merhaba,

Bazı arkadaşlarım, tüm yazışma ve bilgilendirmelere rağmen, internete erişmedeki sorunlar ve iş yoğunluklarından dolayı, yapılan gönüllü çalışmalar ve bu çalışmalara olan maddi-manevi katkılardan haberlerinin olmadığını ifade ettiklerinden, yapılan çalışmalar hakkında tekrar bilgi vermek gereğini duydum.

İlgileriniz için şimdiden teşekkür ediyorum.

Engelli çocuklarla olan gönüllü çalışmalarımın bugün geldiği nokta, aşağıda maddeler halinde sıralanmıştır.

1. Haftanın 4 gününü otistik ve zihinsel engelli çocuklarla yaptığımız gönüllü çalışmalarla geçiriyorum..ikisi MEB lığına bağlı 5 ayrı okul ve kurumda yüzme-müzik ve fotoğraf çalışmaları yapıyoruz..bu çalışmalarda benim gibi gönüllü olarak çalışan bir de fotoğraf sanatçısı arkadaşım vardır..
2. Bu çalışmalardan ilki Gazi Üniversitesi havuzunda yüzme dersleridir..haftada bir gün otistik çocuklarla havuza gidiyoruz..
3. MEB lığına bağlı iki ayrı okulda fotoğraf çalışmaları yapıyoruz..biri ilköğretim diğeri lise düzeyinde olan bu okullardaki tüm öğrenciler zihinsel engelli çocuklardır..bunların arasından -her iki okulda da- fotoğraf çekecek düzeyde olan 14 er çocukla farklı mekanlarda fotoğraf çekimleri yapıp sergiler açmaktayız..
4. Özel okullarda ise yine ağırlıklı olarak fotoğraf çalışmaları yapmaktayız.. fotoğraf çekmek, sonucu en çabuk alınan aktivitelerden birisidir..bu nedenle çocukların ve ailelerin ilgisini çekmekte ve artan bir talebe maruz kalmaktadır.. ayrıca çocukların sosyalleşmesinde büyük katkı sağlamaktadır.. günlük yaşamlarında agresif davranışlar gösteren hiçbir çocuk fotoğraf çalışmalarında taşkınlık yapmamaktadır.. bu da onlar için bir tür terapi olmaktadır..
5. Bu aktivitelerin dışında 5 i üniversite, 1 i lise öğrencisi olmak üzere 6 öğrenciye her ay 150-200 lira arasında burs vermekteyiz.. burs için 16 arkadaşımız her ay, 25-75 lira arasında ödeme yapmaktalar..
6. MEB lığına bağlı okullardaki aileler tahmin edemeyeceğiniz kadar fakirler.. bu olgu, bilimsel bir sonuç olmamakla birlikte zihinsel engelli çocuklara en alt gelir grubuna sahip ailelerde daha yoğun rastlanmaktadır.. bu ailelere ve özellikle ilköğretim düzeyindeki okula katkı olması bakımından, bugüne kadar yaptığım çağrılara cevap olarak;
• 6 arkadaşım ortalama fiyatları 200 lira civarında olan fotoğraf makinesi hediye ettiler..okullardaki çalışmalara bu makinelerle gidiyoruz.. (benimkiler dahil toplam 11 makinemiz var)
• İstanbul’daki TEB grubundaki arkadaşlarım kırtasiye desteğinde bulundular..
• Yine İstanbul’dan iki arkadaşım toplam 500 lira para yardımında bulundular..
• Ankara’dan bazı arkadaşlarım kırtasiye, ikinci el giysiler ve oyun CD leri temin ettiler..
• Bazı arkadaşlarım, minik katkılarla bile olsa, yaklaşık 500 lira para gönderdiler, bu parayla GÜNIŞIĞI adlı kurumdan sınıflarda kullanılmak üzere eğitim setleri-araçları satın aldık..
• Bazı arkadaşlarım iş saatlerinin dışında zaman ayırabildikleri ölçüde, bana fiili yardımda bulunmaktalar..
• Tüm bunlara katkı sağlayan arkadaşlarıma tüm kalbimizle teşekkür ediyoruz..

7. NELER YAPILABİLİR :

• Elinizde bir ikincisi varsa, eski dijital makinelerinizi bize verebilirsiniz, zira halen makine eksiğimiz var..
• Her tür kırtasiye yardımında bulunabilirsiniz..
• Kullanmadığınız 7-15 yaş arası çocuklara uygun giysilerinizi/ayakkabılarınızı/ botlarınızı verebilirsiniz..
• Kalem pil desteğinde bulunabilirsiniz..
• En önemlisi parasal destekte bulunabilirsiniz..harcanan her kuruşun fatura/fiş/dekontu adresinize gönderilecektir..
• Bu amaçla ister yıllık olarak öğrencilere verilen burslara, isterseniz okullara alacağımız malzemelere katkıda bulunmak üzere para gönderebilirsiniz..isteyen arkadaşlarıma hesap numarası gönderebilirim..

8. Yukarıda saydığım, bugüne kadar yapılan yardımların çok önemli bir kısmını ve burs paralarını ağırlıklı olarak dalış grubundaki arkadaşlarım sağlamışlardır/sağlamaktalar.. hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum.. dileğim aynı duyarlılığın, başta meslektaşlarım olmak üzere, tüm arkadaşlarım tarafından gösterilmesi..

9. SON OLARAK; bu yazıyı yazmakla işi biraz çingeneliğe döktüğümün farkındayım.. ama gönül umduğuna küsermiş..umduğuna dert yanarmış..

Hepinize sağlıklı, keyifli bir hafta diliyorum..

Nazmi Alacadağlı