2010-05-23

AYKIRI BİR YAZI

Bir konuda farklı fikirler ortaya atılmaya başlandığında, hemen, “arkadaşlar aramızda tartışmayalım” denmesini anlayamıyorum..
Saygılı olunduğu sürece, farklı görüşler söylenmesinin bir zenginlik olduğuna inanırım..
Herkes sosyal olaylara, kendi algılarına kaynaklık eden zemine göre bakar..
Böyle olunca da ben aykırı bir görüşle konuya katılmak istedim..
1. “tarihte ne olmuşsa başka türlüsü olamayacağı için öyle olmuştur” yaklaşımına katıldığım için, ülkemizde yaşananların, bir bakıma yaşanması gereken şeyler olduğuna inanıyorum.. ülkenin ve silahlı kuvvetlerin içi dinamikleri böyle yaşanmasını gerektiriyordu.. yeter ki bizler, mensubu olduğumuz kurumun hatalarını da görebilelim..
2. önyargılar, şüphe duyulmadığı sürece tutarlı gibi görünürler, öyle kabul edilirler, hatta son tahlilde bir algı yanılsaması ile gerçekmiş gibi içselleştirilirler.. 12 eylül döneminde bu kurum, yani silahlı kuvvetler 2000 den fazla pırlanta gibi elemanını resen emekliye sevketti..76, 78, 79 devreleri başta olmak üzere, kaymak tabakasını kapının önüne koydu sorgusuz sualsiz.. bu sitede fikir beyan eden kaç kişi, o dönemde, bu olaylara tepkisini ortaya koydu merak ederim.. o devreler şu an yanılmıyorsam, tüm hatta kor general rütbesinde olacaktı.. tek bir otoriteye duyulan koşulsuz ve sonsuz güven mantıklı olamaz.. ne yazık ki, bizim neslimizi ve devrelerimizi, çok yanlış bir şekilde, bu mantığın tersi bir anlayışla yetiştirdiler.. soru sormaya kalkanı da silindir gibi ezdiler..
3. ironik bir yaklaşım olduğunu kabul ediyorum ama bir profesörümüz, kurtuluş savaşı ve öncesindeki asker kaçaklarını kast ederek; “bizim atalarımız sanıldığı gibi çok kahraman değillerdi.. o çok kahraman, cengaver, korkusuz, gözü pek, vatanı uğruna gözünü kırpmadan ölüme giden nesil zaten, çok genç yaşlarında savaşlarda yok oldu.. bugünkü nesiller, korkusundan savaş yılları boyunca asker kaçağı olarak fareler gibi saklanan, korkak, sünepe, bencil, çıkarcı, kişiliksiz ataların çocuklarıdır” demişti.. merak edenler istiklal mahkemelerinin kuruluş nedenlerini araştırabilirler..
4. kendi gücüne, narsist bir şekilde hayran olan silahlı kuvvetler, hiçbir zaman böyle bir saldırı beklemiyordu..ilk yumruğu yediğinde şaşkına döndü..hala da kendini toparlayamıyor..oysa bu ülkede psikolojik harbi ders olarak okuyan tek meslektir bizim mesleğimiz.. yaya bıraktılar bizi.. nal topluyoruz.. bizi de, ülkeyi de geri dönülmeyecek noktaya çoktan getirdiler..

Saygıyla, sevgiyle..

BU ÜLKEDE GÜZEL ŞEYLER DE OLUYOR..

Artık dünyada ve ülkemizde olan olayları günlük, hatta anlık olarak öğrenebiliyoruz.. internet ve bu yolla yayın yapan haber portalları sayesinde bilgi, inanılmaz bir akış hızına ulaştı..
Doğrusu dünyanın geri kalanında bilgi paylaşımının nasıl olduğu konusunda, birey olarak, ayrıntılı bilgilere sahip değilim.. bununla birlikte, ülkemdeki duruma baktığımda, kesinlikle bizim farklı bir boyutta olduğumuzu düşünüyorum..
Bizdeki bilgi paylaşımının hatırı sayılır bir kısmı, birbirimizi farklı konularda ikaz etmekle geçiyor.. toplum birçok yönden “çivisi çıkmış” bir görüntü sergilediğinden, herkes başına gelen olumsuzluklar konusunda diğer insanları uyarmak zorunda hissediyor kendisini..
Aziz Nesin’in ünlü bir kavramı vardır; “Türkün Türke Türk propagandası” diye.. bu da sanırım, Türklerin birbirlerini Türklere karşı koruma içgüdüsüdür..
Eğitimin temel amacının, bireylere olumlu davranışlar kazandırma, ülkesini ve insanlarını sevdirme, kendisi dışındaki her şeye ve herkese saygı duyma olduğuna inanır ve eğitim sistemimizi buna göre organize edersek, bu kötü durumdan yavaş yavaş kurtuluruz sanıyorum.. (yavaş yavaştan kastım en az üç nesil demek olan 75 yıldır!!!)
Bunları neden mi yazıyorum?
Elbette yine kendi penceremden bakarak bir şeyler anlatacağım..
Beş yıldan uzun bir süredir, zihinsel engelli çocuklarla çalışıyorum..
Bu süre içinde bu çocuklara eğitim veren öğretmenleri tanıdım.. yöneticileri, okullarda her tür işte yardımcı olan hizmetlileri de..bu insanlar bana “bu ülkeyi yıkmaya kimsenin gücü yetmeyecek” dedirtiyor.. öylesine bir özveri ile çalışıyorlar çünkü.. özverili ve beklentisiz.. ya da dürüst olalım, çok az beklentili.. bekledikleri tek şey kuru bir teşekkür çünkü..
Gerçekten, kendinize bir iyilik yapın, bir gün engelli çocuklara hizmet veren bir özel ya da devlet okuluna uğrayın, birkaç saat orada kalın, öğretmenlerin nasıl ders yaptıklarını bir izleyin.. ya da en iyisi bir öğle yemeğine gidin, o öğretmenlerin o çocukların yemek yemelerine nasıl yardımcı olduklarını izleyin.. ve belki de bugüne kadar hiç tanık olmadığınız bir yaşam kesitine tanık olun.. eğer hiç rastlamadınızsa böyle bir olaya, o gece uykularınızın kaçmasına da hazır olun.. dünyamızda böyle yaşamlar da var çünkü..
Geçen yıl asıl okulum olan, İLGİ Özel Eğitim Merkezinde bir kampanya başlattık.. bir tür sınıfları yenileme, sınıflara yeni malzemeler alma, eksikleri tamamlama diyebiliriz buna.. yaklaşık 25 arkadaşımdan tam 7.000 lira para topladım.. 9 ayrı sınıfa, yardımda bulunan arkadaşlarımızın isimlerini –ya da onların istedikleri isimleri- verdik.. sınıflarımız pırıl pırıl oldu ve eksik ekipmanları tamamlandı.. bu harika bir olaydı.. o arkadaşlarıma yürek dolusu teşekkürümü yinelemek isterim..
Daha sonra 3 ü üniversite, 2 si lise olmak üzere, çok fakir 5 öğrenciye burs vermek için bir çağrıda bulundum.. şu an eylül 2009 dan beri 10 arkadaş -ve kurum- her ay 50 şer lira vererek, toplam 500 lirayı her ay, her birine 100 er lira olmak üzere 5 öğrencimize gönderiyoruz.. (itiraf edeyim kendisine ulaştığım yaklaşık 1000 kişiden sadece 7 kişinin destek olması (8, 9 ve 10. kişiler ben, oğlum ve Balıkadam Eğt.Mrk..) beni hayal kırıklığına uğratmadı değil, ama olsun kurtarılan bir denizyıldızı bir denizyıldızıdır..ÇOĞUNUZA GARİP GELSE DE BAZI İNSANLAR İÇİN 100 LİRA ÇOK BÜYÜK BİR PARA..
Son olarak geçen hafta bir çaresizlik yaşadık.. daha doğrusu çaresizlik ve yaratılan çare diyelim.. bir arkadaşımla birlikte MEB na bağlı bir okulda zihinsel engelli çocuklarla fotoğraf çalışmaları yapıyoruz.. 24 mayıs için sergi salonu bulduk ve çocukların çektikleri fotoğraflarla bir sergi açacağız.. yaklaşık 1.500 liraya ihtiyacımız var.. okuldan, yani devletten para istedik sergi için..
Devlet baba diyor ki;
"Çerçeve için para veremem, verirsem onları okulun zimmetine kaydederim.."
"Ama biz sergide onları satıp çocuklar için tekrar malzeme alacağız" diyoruz..
"Ben anlamam, zimmetlerim" diyor.. yani “para vermem” diyor..

Sonuç, çaresiz kaldık ve dostlardan, yine yüzsüzce para istemeye başladım..
Aradığım arkadaşlarımın sorgu-sual etmeden;
“Abi hesap numarasını ver hemen çıkarıyorum parayı” demeleri beni dağıttı..
Nasıl duygulandığımı anlatamam.. 20 dakikada ihtiyacın büyük kısmını bulduk çünkü..
Şu an paramız var ve sergiyi açacağız..

Sanırım bu ülke, yukarıda kısaca anlattığım insanlar ve benzerleri sayesinde, bunca badireye rağmen, ayakta duruyor..

BU ARA.. SERGİMİZ 24-29 MAYIS TARİHLERİ ARASINDA,
BAŞBAKANLIK BASIN YAYIN ENFORMASYON
GN.MD.LÜĞÜ SERGİ SALONUNDA.. (BALGAT)

AÇILIŞ, 24 MAYIS SAAT 18.30 DA.. HEPİNİZİ BEKLİYORUZ..

2010-03-01

TARİH BİLGİMİZ

Bazen internet’te, tarihimizle ilgili hamasi iletiler dolaşıyor.. geçtiğimiz günlerde de buna benzer bir bilgi dolaştı..konu, Türklerle, Türklerin tarihte yaptıkları ile ilgili idi.. aslına bakarsanız, din eksenli yaşam tarzının dayatılmaya çalışıldığı son yıllarda, bu tür yazı ve geçmişle övünmelere ihtiyaç da var.. ama biraz insaflı ve mantıklı olmak kaydıyla.. bu ara..ben de Türküm.. bundan kıvanç duyuyorum.. inanılmaz saçmalıkta bir sistem sonucu, ben ve benim gibi düşünenlerin, ülkelerine bağlılıkları sistem tarafından sorgulanmış olsa da, bu sadece bizi toplum olarak farklı gruplara bölmek isteyenlerin geçici başarısıdır diye düşünüyorum..
1. Her millet kendi tarihini kendisi yazarmış.. elbette ki, “tarih boyunca biz başarısızdık” diyen bir millet olamaz.. ama eğer tarih yazmayı bilmiyorsanız, tarihinizi, tarih yazmayı bilen milletlerden öğrenmek zorunda kalırsınız
2. Biz aynen öyle bir milletiz.. biz tarih yazmayı bilmeyen bir milletiz.. biz yazıya, arşive önem vermeyen bir milletiz.. hatta yazıp-çizen insanlara da biraz şüpheyle bakarız..
3. Bizim tarih dediğimiz şey; saçma sapan mit ve efsanelere dayanan, yazılı bir kaynağı olmayan, nesilden nesile aktarılan, ezber bilgilerden ibaret söylencelerdir..
4. Bir an için kendini biraz sonra sayacağım milletlerin/ülke insanlarının yerine koymaya çalışın..
5. Orta Avrupa’da yaşıyorsun.. Sırpsın, Hırvatsın, Arnavutsun.. günün birinde, o güne kadar görmediğin, duymadığın büyüklükte bir ordu küçücük ülkene yaklaşıyor.. topu topu 5.000 kişilik bir ordun var.. karşında ise dünyanın o güne kadar gördüğü en kalabalık ve güçlü ordu.. geliyor, yakıp, yıkıyor, öldürüyor, katliam yapıyor, ırza geçiyor ve aylar sonra, seni haraca bağlayarak, toz duman içindeki ülkenden başka ülkeleri fethetmeye gidiyor..
6. Ya da kuzey Afrika’da bir ülkedensin.. ya da bir orta doğu ülkesindensin.. yaaaaa ne olur, şu arapların bizi sırtımızdan hançerlemesi masalını bırakalım artık.. adamın ülkesindesin yüzyıllardır.. seni davet-mavet etmemiş, “gelin bizim ülkemizi işgal edin” diye.. elbette ki zayıf anında bağımsızlık savaşı yapacak seninle.. biz kurtuluş savaşı yaparken kutsal, başkaları yaparken kahpelik.. yok öyle şey..
7. Biz nedense ve hangi saf duyguyla bilmiyorum, Osmanlıyı, tahta kılıçlarla askercilik oynar gibi savaşmış gibi düşünüyoruz hep.. gittiği her yere barış götüren dev bir güç.. işin kötüsü buna da inanıyoruz..
8. Her savaşta mutlak ve mutlak kan vardır, gözyaşı vardır, işkence vardır, öldürme vardır, kadınların ırzına geçmek vardır, talan vardır.. ve bu doğal bir sonuçtur.. tanrı aşkına şu Osmanlının her yere –durduk yerde, sanki çağıran varmış gibi- barış götürdüğü türküsünden vazgeçelim artık..
9. Biz başka ülkeler gibi fırsatçılık yapıp başkalarının toprağına göz dikmemişiz.. 22 milyon km.kare toprağı nasıl yaptık peki..hem 4 kıta, 7 denizde (!) sesini duyuracaksın, hem başkasının toprağında gözün olmayacak.. oldu.. inandım ben de..
10. Osmanlının çağı yakalayamamasındaki önemli bir etkeni söyleyeyim mi? Osmanlı okyanusa dayanıklı gemi yapmayı bilmiyordu.. kaynak taraması yapmadan inanmanızı beklemiyorum ama Osmanlı 17.yy.da dahi Akdeniz’in okyanusa açıldığını da bilmiyordu..sakın bana “piri reis” demeyin.. boynunu vurdurduk onun, hem de kanuni’nin buyruğu ile..
11. En dandik ansiklopedi bile Çin setinin nasıl yapıldığını yazıyor.. hem barışçıyız diyoruz, hem de bizim korkumuzdan adamlar dünyanın en büyük engelini yapmışlar diye övünüyoruz.. dedim ya, övünürken bile mantık hatası yapıyoruz..
12. Türkler temizliği öğretmiş.. bu doğru.. ama şu an kişi başına düşen sabun, tuvalet kağıdı, deterjan tüketiminde dünyanın, en pis, en geri kalmış ülkeleri arasındayız..
13. Bir de şu var.. ağzını açan, “Kanuni, Yavuz, Fatih” der bu ülkede.. hiç kimse “Deli Mustafa’dan, Deli İbrahim’den, ya da padişah olduğu gece 21 kardeşini boğduran 1.Ahmet’ten, ya da ülkeyi satan padişahlardan” söz etmez.. onlar Osmanlı padişahı değil miydi yoksa?
14. İstanbul’un fethine gelince.. ne karadan yürüyen gemiler vardı, ne de Ulubatlı Hasan.. üzgünüm ama bu böyle..
15. Bu yazıya bazı arkadaşlarımın kızdığını tahmin ediyorum.. ama yazmamak kendime saygısızlık olurdu..
16. Katıldığım tek yer son cümle.. ben de iliklerime kadar Mustafa Kemal’im..
17. Hepinize saygı, sevgi..

2010-02-07

ÇOK ÇOCUKLU AİLELER

YETİŞKİNLİK SÜRECİNDEKİ EKSİKLİKLER

Çok Çocuklu Aileler (ÇÇA) ile ilgili bir inceleme okudum. İnceleme, genel olarak ÇÇA’de yaşanan eksikliklerden dolayı o aile çocuklarının yetişkinlik yaşamlarındaki çelişkilerden söz ediliyor.
Yapılan tespitlerin hemen hepsinin, -çarpıcı bir şekilde- anne sevgisinin yetersiz ya da hiç olmadığı aileler için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Kişiliklerimiz oluşurken o kadar çok ve farklı bileşenler bir araya gelerek bizi biz yapıyor ki; insan şaşırmadan edemiyor. En iyisi ben yazayım, sizler düşünün.
• ÇÇA’de benlik duygusu azalır, tek başına kalındığında hiçleçme, beraber olunduğunda büyüsel bir güç yanılsaması olur. (Bunu farklı duygularla bağlandığımız tutunum gruplarında da görüyoruz. Siyasi bir parti, bir futbol takımı vb. gruplarımızla birlikte olduğumuzda şaşırtıcı bir şekilde kendimizi güçlü görüyoruz.)
• Bu ailelerin çocukları da kalabalık aile babaları olurlar. Kendilerini ancak kalabalık ailelerde güvende hissederler. (Aile yerine, burada da sosyal grupları koyabiliriz.)
• ÇÇA’de bebek için anneye sahip olma süresi çok kısa olup, en az üç yıl olması gereken bu süre bir yıla kadar inebilmektedir. Bu kısa süre ise psikolojik doygunluk bakımından önemli bir eksikliktir. (Doğrusunu söylemek gerekirse, bizim neslimiz, bazı istisnaların dışında, anne-babalarından çok sıcak sevgiler almadan/ hissedemeden büyüdü. Bizim çocuklarımız olan bir sonraki nesil şu an nasıl bir sevgi sunumunda bulunuyorlar kendi çocuklarına bilemiyorum ama iş ve çalışma koşullarından dolayı, torunlarına bakan anne-babaları gördükçe, bizlerdeki sevgi eksikliğinin farklı bir boyutta devam ettiğini düşünmüyor değilim. Çünkü bilim, anne-baba sevgi ve ilgisinin ikamesinin olamayacağını söylüyor.)
• ÇÇA’de -ya da çekirdek ailelerde anne-babanın bu konudaki bilgi eksikliğinden dolayı örneğin iki çocuklu bir ailede bile- ablalık yapmaya itilen bir çocuk bakmakla görevlendirildiği kardeşine karşı sevgi ve nefreti eşzamanlı olarak geliştirmektedir. Bunun sonucunda ise;
• Bu ablalar gençliklerini yaşayacak bir süreçten geçemedikleri için, evlendikleri zaman kadınların tek alışkın oldukları davranış modeli olarak, eşlerini “çocuk” gibi gütmek istemektedirler. (Etrafımızdaki kadınlara bu gözle baktığınızda onlar için bunun bir hafifletici neden olabileceğini görebiliriz.)
• Asıl önemli sonuca gelecek olursak; ablaların bebeklere sevgi yerine şiddet göstermelerinden dolayı, bu bebekler yetişkinliklerinde kendilerine gösterilen sevgiden asla emin olamamakta, sevginin her an, şiddet, aldatma vb. bir nedenle son bulacağına inanmaktadırlar. (Yine etrafımızdaki bazı kadın ve erkeklerin özgüven eksikliklerini açıklamaya yardımcı olabilecek bir yaklaşım.)
• Açıklanan bu verilerden sonra erkekleri ilgilendiren can alıcı kısma geliyorum. Anne ile yeteri kadar birlikte olamayan erkekler ileriki yıllarda eşlerini hep çok güçlü görmek istiyorlar. Bu olmayınca da eşleriyle ilgili hayal kırıklığı yaşıyorlar. (Anne ile en az üç yıl beraber olabilse idi, çocuk için sosyalleşmenin başladığı iki yaş grubundan itibaren annenin kimi zayıf yönlerini de görerek anneyi gözünde öylesine güçlü ve yenilmez görmeyecekti. Yani olması geren süreci yaşayabilecekti.)
• İşte bütün bunlardan sonra geliyoruz bu insan tipinin klasik davranış kalıbına. Yaşamları boyunca güçlü kişiler ve gruplar aramakta, dahil oldukları grupla özdeşleşmekte, o grubun kölesi olabilmektedir.
• ÇÇA içinde büyüyen çocukların değerler sistemi dediğimiz kültür sürecinden geçmedikleri bir gerçek. Kestirmeden giderek konuyu farklı bir boyuta getirip, Cemaatleşme olgusuna bir de bu gözle bakmakta da yarar var diye düşünüyorum. Ya da çocukların ilkokuldan itibaren aidiyet duygularını tatmin edebilecekleri abuk-sabuk gruplara girmek için neden can attıklarını anlayabiliriz sanıyorum.
• Öte yandan, içinde bulunduğum farklı gruplardaki insanlarla ilişkilerimden öğrendiğim/edindiğim izlenim o ki; çocuk eğitiminde belli bir bilimsellik çizgisi henüz yakalanabilmiş değil. Gerek hamilelik sürecinde, gerekse doğumdan sonra bilinmesi zorunlu olan bilimsel bilgiye çok uzak anne-baba adaylarımız. Sistem yani devlet bu konuda zaten kılını kıpırdatmıyor. Geriye bilimsel bilgiyi elde ederek çocuklarımızı yetiştirmek kalıyor ki, buna da toplumsal dokumuz uygun değil!!!