YİNE AYNI KONU
Sizlerle belki de biraz fazla özel olan bir
konuyu paylaşmak cesaretini gösteriyorum.. hoş görün lütfen..
1985 yılına kadar dünyaya gelmiş
olan bilim insanı sayısı, 1985-2000 yılları arasındaki bilim insanlarının
sayısından az imiş..
Yine, insanlık tarihi boyunca,
1985 yılına kadar olan bilimsel bilgilerin toplamı, 1985-2000 yılları arasında
elde edilen bilgiler kadarmış.. tahmine göre o yıldan itibaren, mevcut tüm
bilgiler her 15 yılda bir ikiye katlanacakmış.. ancak bu tahmin geçtiğimiz süreçte tutmamış, zira
şu an mevcut bilgiler, önce her 10 yılda bir, sonra her 5 yılda bir, bugün 2013
yılı itibarı ile de her 2 yılda bir ikiye katlanıyormuş..
Bu durumda yeni nesillerin
işlerinin/yaşamlarının zorluğunu siz tahmin edin.. torunu olan dedelerimiz,
neler yapıyorsunuz bu konuda?
Söylemeye gerek yok, bugün sosyal
medya olarak adlandırdığımız, başta internet olmak üzere, facebook, twitter,
whatsapp, skype, viber vb. bu konuda
başat roller oynuyorlar..
Bu rakamsal değerlerle ifade
edilmeye çalışılan olgular, doğal ve zorunlu sonuç olarak, düşünce
sistemlerimiz ve davranış kalıplarımız üzerinde, bazılarının farkında
olduğumuz, çoğunu ise bilinç altımızın derinliklerine ittiğimiz birçok
değişikliği de beraberinde getirdi aslında..
Benim gibi, 50’li yıllarda
doğanların çoğu, daha sonraki yıllarda doğanları da 10 yıllık süreçlere
bölersek, yani 60’lı yıllarda doğanlar, 70’liler vd. giderek azalan
gayretlerle, çağı, yani çocuklarının sahip oldukları teknolojik özellikleri ve
birikimleri yakalamak peşindeyiz.. bir kısmımız çocuklarının “mail adreslerini”
kullanmaya devam etse de, çoğunluk, özellikli cep telefonları, yetenekli
bilgisayarlar, notebook’lar, tablet’ler vb. cihazları minimum düzeyde bile olsa
kullanabilmek gayretinde.. aksi halde yaşamdan kopuyoruz çünkü..
Misal, benim üyesi olduğum ve her
gün/her hafta/her ay düzenli olarak
mail’lerini, haberlerini aldığım 10 a yakın haberleşme grubum var.. önemli
gördüğüm bir yazıyı/haberi/görüntüyü birkaç saniye içinde 2000’e yakın kişiye
aktarabiliyorum..
İnsanlık var olduğundan beri
bilgi paylaşımı hiç bu kadar kolay, hızlı ve ucuz olmamıştı..
Buraya kadar özetlemeye
çalıştığım olgulardaki olumsuz tek ortak nokta ise, yaş grupları arasında
belirgin bir fark olmaksızın, tüm yaş grupları içinde, BİLGİYİ PAYLAŞMAKTAKİ
sınırların tartışma konusu olması..
Birkaç gün önce beş ailenin bir
araya geldiği güzel bir akşam yemeğinde konu yine bu noktaya geldi.. en kısa
anlatımı ile bir arkadaşım bana; “abi bazı arkadaşlar senin gönderdiğin
maillerden rahatsızlar..” dedi.. rahatsızlık yaratan iletiler, Datça’da her
hafta yapmakta olduğumuz “Sessiz Çığlık” eylemleri ile ilgili yazılarmış..
Geçmişte bu konu internet
üzerinden üyesi olduğum bazı gruplarda da tartışma konusu olmuştu.. ben de her
zaman aynı tezi savunmuştum.. okumak istemediğiniz bir yazıyı “sil” tuşuna
basarak silebilecekken, bu konu neden bir tartışma konusu oluyor?
Zihnimi sonuna kadar zorladığımda
ise aşağıdaki bir dizi sonuca ulaşmak mümkün olabiliyor.. elbette bunlara
katılmayabilirsiniz.. saygıyla karşılarım..
Egomuz bizim
biricikliğimiz/benzersizliğimiz ve mükemmelliğimiz üzerine şekillenmiştir..
Biz bir sosyal konuda bir karar
verdiğimizde bu evrenseldir ve herkesin bu karara uymasını bekleriz..
Yanlış bir şey yaptığımızda
(yapmayız ya, kazara yaparsak!!) egomuzun görevi, bu yanlışı yok edebilecek
düzenekleri ve savunmaları oluşturmaktır..
Kısaca bizim dışımızda doğru
yoktur.. bu olgu, tutucu, otoriter ve dinsel verilerin günlük yaşamı
şekillendirdiği toplumlarda daha belirgin ve baskındır..
Hal böyle olunca, bir mail mi
geldi, birisi bir yazı mı gönderdi, elimizdeki formata uymuyorsa, yani bizim
mevcut zeminimizde bu konuda bir bilgi, veri, birikim yoksa bu yanlıştır.. “kim göndermiş bunu yaa? mecbur muyum
okumaya kardeşim.. bu grupta bu tür yazılara ne gerek var, ikaz edin adamı..” tonundan
başlayarak, sonu hakarete varan yazışmalara kadar uzayan bir kör dövüşü
başlar..
Tali konu olarak şu da
söylenebilir belki: şahsı tanıyorsak, düşüncelerini biliyorsak, düşünceleri
bize ters geliyorsa, fırsat bu fırsattır diyerek bir linç kampanyası da
yürütülebilir.. böylece şahıs devre dışı bırakılır..
Başka bir boyutta da şunlar
oluyor: bir tartışma ortamı açıldığında, hemen; “arkadaşlar bu zor günlerde aramızda
tartışmayalım, birlik olalım..” vb ikazlar başlıyor.. ya da konuya kızan bir
arkadaş kendisini haberleşme grubundan çıkarıyor.. tartışmanın, düzeyli
tartışmanın, fikir alış-verişinin bizi zenginleştirdiğini düşünüyorum.. birileri
fikirlerimizi beğenmediğinde hemen alınmak yerine empati yapabilsek, insan
egosu için çok zor ama; “ben nerede hata yaptım?” sorusunu kendimize
sorabilsek.. ya da “acaba benim düşüncelerimin neresinde yanlışlık var?”
diyebilsek keşke..
Belki son olarak şunu da
söyleyebiliriz.. bazen başkalarının ağzından konuşmak konuyu üstlenmekten daha
kolay ve zahmetsizdir.. bizim mesleğimizde klasik idi.. bazı komutanlarımız
sıkıştıklarında; “valla bana kalsa sorun yok ama tugay komutanı (ya da tümen,
kolordu, ordu vs) öyle istiyor..” diyerek kaba deyimle topu üst komutanlara
atardı.. bu taktik her zaman daha rahatlatıcıdırJ
SONUÇ; isim vererek yazmakta bir
sakınca görmüyorum..
Balıkadam Ankara grubuna bu günden itibaren sosyal
içerikli hiçbir yazı göndermeyeceğim..
Balıkadam İstanbul grubuna çok
önemli gördüğüm bilgileri ve kendi hazırladığım yazıları göndermeye devam
edeceğim.. alınganlık değil kesinlikle, ama alınmış bir grup kararı varsa ve benim
tavrım bu kuralı bozuyorsa moderatör arkadaşım beni gruptan çıkarsın, inanın
hiç alınmam..
Devre arkadaşlarımla her konuyu
paylaşmaya devam edeceğim,
Sevgili Karadeniz grubu ile de
aynı şekilde..
En yakın arkadaşlarımdan
oluşturduğum “Arkadaşlar” grubuna sorgusuz/sualsiz gönderiyorum..
Fotoğraf gruplarına ve Ankara
Vardiyasına gerektiğinde zaten bilgi
aktarımında bulunuyorum..
SONUCUN SONUCU: BAZI BİLGİLER HER
ZAMAN RAHATSIZ EDİCİDİR. İNSAN BİR GRUP İÇİNDE GRUP KURALLARINA UYARAK
YAŞAMAKTAN MUTLUDUR. AYKIRILIKLAR CAN SIKAR!!
Hepinize güzel bir hafta
diliyorum..