2013-08-07

GEZİ OLAYLARINA FARKLI BİR BAKIŞ

GEZİ OLAYLARINA FARKLI BİR BAKIŞ

Anne tarafımdan köylü olduğum ve yaşamımın belli bir sürecini köyde geçirdiğim için, 50’li ve 60’lı yıllardaki köy yaşamını biliyorum.. köy yaşamında esas olan şey, hep aynı şekilde ve aynı zaman dilimlerinde tekrarlanan olaylara göre davranmak, yaşamı ona göre organize etmektir.. buna rutinlerle yaşamak diyebiliriz.. örneğin, Çukurova’da pamuklar toplanmadan ve tarladan kalkmadan yağan zamansız bir yağmur felaket getirir.. insanlar buna hazır değildir.. bu olay rutinler içinde yoktur çünkü..

Köylünün günlük konuşma dilinde, en fazla 150 kelime vardır.. bu kadar kelime yaşam organizasyonu için yeterlidir.. bu nedenlerle de köy yaşamında tutuculuk ve dışa kapalılık esastır.. yenilikler ve değişim köylüyü ürkütür.. bir anlamda, kendi iyiliğine olan konuları tam olarak algılayamaz da denebilir.. zira okuma-yazma oranı çok düşüktür.. yaşamı ve evreni algılamaya yarayan bilimsel bilgi eksiktir ya da hiç yoktur.. yeni nesillere aktarılan kültür ve inanç sistemi ailelerin değer yargısına göre şekillenir.. bu şekillenme köylüler arasındaki farkı yaratan yegane unsurdur.

Cumhuriyeti kuranlar okuma-yazma bilen insanlardı.. sosyolojik kurallar, yeni bir sistemin, yeni bir idare şeklinin bütün toplum tarafından benimsenebilmesi/ kabullenilebilmesi/kendi yararına olduğunun tam olarak algılanabilmesi için, yeni sistemin bu inançlarla üç nesil yetiştirmesi, yani 75 yıl geçmesi gerektiğini kabul eder.. Türkiye bu şekilde sadece bir nesil yetiştirebildi.. sanırım asıl sorun burada.. çünkü, DP iktidarı ile birlikte yani 1950’li yılların başında bu olgu kesintiye uğradı.. 
yarı köylü kitle iktidar olmuştu çünkü..

Köylü toplum, ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda neredeyse % 80 lik ezici bir çoğunlukta idiler, bırakın Cumhuriyete sahip çıkmayı, bunun ne anlama geldiğinden bile habersizdiler.. onların düşünce sistemlerini değiştirmek için bazı slogan cümleler ve fısıltı 
gazetesinden yayılan kimi propaganda cümleleri yeterli oluyordu..

Kıbrıs Harekatı başladığında SSCB nden gelecek olası bir saldırı için (!) (bu düşünceye de devletin köylü hafızası diyebiliriz.. ülke ve sistem sadece doğudan gelecek bir tehdide karşı örgütlenmişti.. 12 Eylül sürecinden Adana-Hatay-Maraş-Malatya 
vb şehirlerde olaylar çıktığında devlet şaşkına dönmüştü.. olaylara müdahale edecek güç yoktu saydığım yerlerde.. Bolu ve Kayseri Komando birlikleri kullanıldı sürekli olarak..) araziye çıktığımızda, (Ağrı-Patnos) bölgede gezdiğim 
köylerde bana şu soru sorulmuştu: “hayırdır, padişaha bir şey mi oldu, asker niye geldi?..” Bu yazıyı okuyan meslektaşlarım soruya şaşırmazlar ama sivil arkadaşlarımın “hadi canım sen de..” diye düşüneceklerine eminim.. ama inanın aynı soruyu 1981 yılında bu kez Maraş-Adıyaman bölgesindeki dağ köylerinde neredeyse aynı kelimelerle tekrar duymuştum..

Cahil insanın temel özelliği duyarsız olmasıdır.. kendi dışındaki olaylar onu pek ilgilendirmez.. belki de yaşamın devamı için gereklidir bu.. yaşamın devamı için diyorum çünkü modern toplumlarda öne çıkan düşünce olarak, (memelilerde) neslin devamının korkak-çekingen ve benciller tarafından sağlandığı hakkında çok güçlü araştırmalar ve ulaşılan sonuçlar var.. cesur, atak, verici ve gözü pek olanlar daha kısa sürede ölürler çünkü..  1900’lü yıllardan itibaren kurtuluş savaşının sonuna kadar bu ülkenin en elit, cesur, atılgan tabakasının -yaklaşık 1.250.000 kişinin, yani tüm nüfusun 1/10’nunun- savaşlarda yok olduğunu unutmayalım.. bu grup içinde de köylüler elbette çoğunlukta idi, ama yukarıda belirtilen aile faktörünü göz ardı edemeyiz.. bedel denen bir sistem vardı ve parayı veren ya da saklananlar/asker kaçakları savaşa gitmiyorlardı.. İstiklal Mahkemeleri bunu önlemek için kurulmuştur.. çoğu kimse İstiklal Mahkemelerinin asker kaçaklarını yargılamak için kurulduğunu bilmez bu ülkede halen..

Sıkça sözü edilen, başbakanın evlerde zorla tuttuğunu söylediği o ünlü  % 50, yani tam köylü olan kesim, ilk kez 2002 yılında tüm unsurları ile iktidara geldi.. (çoğunluğunun) belirgin özellikleri, cahillikleri, duyarsızlıkları, bencillikleridir.. ülke ve millet umurlarında değildir.. esas olan din birliği, ümmet düşüncesidir.. içlerinde, kendileri gibi düşünmeyenlere karşı, neden olduğunu bilmedikleri/açıklayamayacakları bir kin duygusu vardır.. en tehlikeli durumun bu kin olduğunu düşünüyorum.. bu olgu ayrışmanın temelini teşkil ediyor çünkü..

Toplumun geri kalan kısmında güçlü bir ait olma duygusu olduğunu sanmıyorum.. başta da belirtildiği gibi Cumhuriyeti kuran kadrolar, ülkeye ve sisteme tam anlamı ile sahip çıkacak üç nesil yetiştirecek kadar iktidarda kalamadılar.. her şeyden önce iç ve dış dinamikler buna engeldi..  kaldı ki, gelenekçi toplumlarda değişmez bir paradigma vardır.. her siyasi iktidar, topluma kendi ahlak-eğitim ve ekonomik sistemini dayatır, toplumu bu esaslara göre yeniden dizayn etmeye çalışır.. DP ve sonrasında gelen sağ iktidarlar (özelikle Demirel ve Özal dönemlerinde..) toplumu böylesine köklü bir değişikliğe götürmeyi düşünmemişlerdi.. oysa AKP tarafından dayatılan şimdiki talep çok güçlü.. bu nedenle de kavga çok sert geçecek..

Gezi olayları bu kavganın başlangıcı idi.. aslında gerçekten azınlıkta olan demokrat yapılı insanlar, farkında olmadan iktidarı denemiş oldular.. 

Öte yandan, kendi ülkelerinin yaşamsal çıkarları uğruna, ABD, Rusya, AB bloku ve Çin Avrasya ve Orta Doğudaki enerji havzalarını kontrol için her tür çatışmayı göze almış durumdalar.. iktidarda kalmak uğruna her şeyi göze almış bir AKP, (şimdilik) ABD nin arayıp ta bulamadığı özelliklere ve vericiliğe sahiptir.. işte bu kaygıyla bir kez daha vurgulamak isterim..


Kavga  önceden kestirilemeyecek kadar sert ve hatta kanlı geçecek gibi.. fikren buna hazır olmakta yarar var.. bir ülkede, belli noktaları ele geçirmiş ve pastadan önemli paylar alan hiç kimse kendi isteği ile o noktaları bırakmaz ve pastadan vazgeçmez.. dünyada böyle bir şey yaşanmamıştır henüz.. bizim ülkemizde de yaşanmayacaktır.. 

endişemin nedeni o..


saglikla, sevgiyle kalin, 

nazmi alacadagli
 














Hiç yorum yok: