GEZİ OLAYLARINA FARKLI BİR BAKIŞ
Anne tarafımdan köylü olduğum ve yaşamımın
belli bir sürecini köyde geçirdiğim için, 50’li ve 60’lı yıllardaki köy
yaşamını biliyorum.. köy yaşamında esas olan şey, hep aynı şekilde ve
aynı zaman dilimlerinde tekrarlanan olaylara göre
davranmak, yaşamı ona göre organize etmektir.. buna rutinlerle
yaşamak diyebiliriz.. örneğin, Çukurova’da pamuklar toplanmadan
ve tarladan kalkmadan yağan zamansız bir yağmur felaket getirir..
insanlar buna hazır değildir.. bu olay rutinler içinde yoktur çünkü..
Köylünün günlük konuşma dilinde, en fazla
150 kelime vardır.. bu kadar kelime yaşam organizasyonu için
yeterlidir.. bu nedenlerle de köy yaşamında tutuculuk ve dışa kapalılık
esastır.. yenilikler ve değişim köylüyü ürkütür.. bir anlamda, kendi
iyiliğine olan konuları tam olarak algılayamaz da denebilir.. zira okuma-yazma
oranı çok düşüktür.. yaşamı ve evreni algılamaya yarayan bilimsel bilgi
eksiktir ya da hiç yoktur.. yeni nesillere aktarılan kültür
ve inanç sistemi ailelerin değer yargısına göre şekillenir.. bu
şekillenme köylüler arasındaki farkı yaratan yegane unsurdur.
Cumhuriyeti kuranlar okuma-yazma bilen
insanlardı.. sosyolojik kurallar, yeni bir sistemin, yeni bir idare şeklinin
bütün toplum tarafından benimsenebilmesi/ kabullenilebilmesi/kendi
yararına olduğunun tam olarak algılanabilmesi için, yeni sistemin
bu inançlarla üç nesil yetiştirmesi, yani 75 yıl geçmesi gerektiğini kabul
eder.. Türkiye bu şekilde sadece bir nesil yetiştirebildi.. sanırım asıl
sorun burada.. çünkü, DP iktidarı ile birlikte yani 1950’li yılların başında bu
olgu kesintiye uğradı..
yarı köylü kitle iktidar olmuştu çünkü..
Köylü toplum, ki Cumhuriyetin kurulduğu
yıllarda neredeyse % 80 lik ezici bir çoğunlukta idiler, bırakın Cumhuriyete
sahip çıkmayı, bunun ne anlama geldiğinden bile habersizdiler.. onların
düşünce sistemlerini değiştirmek için bazı slogan cümleler ve fısıltı
gazetesinden yayılan kimi propaganda
cümleleri yeterli oluyordu..
Kıbrıs Harekatı başladığında SSCB nden
gelecek olası bir saldırı için (!) (bu
düşünceye de devletin köylü hafızası diyebiliriz.. ülke ve sistem sadece
doğudan gelecek bir tehdide karşı örgütlenmişti.. 12 Eylül sürecinden
Adana-Hatay-Maraş-Malatya
vb şehirlerde olaylar
çıktığında devlet şaşkına dönmüştü.. olaylara müdahale edecek güç yoktu
saydığım yerlerde.. Bolu ve Kayseri Komando birlikleri kullanıldı sürekli
olarak..) araziye çıktığımızda, (Ağrı-Patnos) bölgede
gezdiğim
köylerde bana şu soru
sorulmuştu: “hayırdır, padişaha bir şey mi oldu, asker niye
geldi?..” Bu yazıyı okuyan meslektaşlarım soruya
şaşırmazlar ama sivil arkadaşlarımın “hadi canım sen de..” diye düşüneceklerine eminim.. ama inanın aynı
soruyu 1981 yılında bu kez Maraş-Adıyaman bölgesindeki dağ köylerinde neredeyse
aynı kelimelerle tekrar duymuştum..
Cahil insanın temel özelliği duyarsız
olmasıdır.. kendi dışındaki olaylar onu pek ilgilendirmez.. belki de yaşamın
devamı için gereklidir bu.. yaşamın devamı için diyorum çünkü modern
toplumlarda öne çıkan düşünce olarak, (memelilerde) neslin devamının
korkak-çekingen ve benciller tarafından sağlandığı hakkında çok güçlü
araştırmalar ve ulaşılan sonuçlar var.. cesur, atak, verici ve gözü pek
olanlar daha kısa sürede ölürler çünkü.. 1900’lü yıllardan
itibaren kurtuluş savaşının sonuna kadar bu ülkenin en elit, cesur,
atılgan tabakasının -yaklaşık 1.250.000 kişinin, yani tüm nüfusun
1/10’nunun- savaşlarda yok olduğunu unutmayalım.. bu grup içinde de
köylüler elbette çoğunlukta idi, ama yukarıda belirtilen aile faktörünü göz
ardı edemeyiz.. bedel denen bir sistem vardı ve parayı veren ya da
saklananlar/asker kaçakları savaşa gitmiyorlardı.. İstiklal Mahkemeleri
bunu önlemek için kurulmuştur.. çoğu kimse İstiklal Mahkemelerinin asker
kaçaklarını yargılamak için kurulduğunu bilmez bu ülkede halen..
Sıkça sözü edilen, başbakanın evlerde
zorla tuttuğunu söylediği o ünlü % 50, yani tam köylü
olan kesim, ilk kez 2002 yılında tüm unsurları ile iktidara geldi..
(çoğunluğunun) belirgin özellikleri, cahillikleri, duyarsızlıkları,
bencillikleridir.. ülke ve millet umurlarında değildir.. esas olan din
birliği, ümmet düşüncesidir.. içlerinde, kendileri gibi
düşünmeyenlere karşı, neden olduğunu bilmedikleri/açıklayamayacakları bir
kin duygusu vardır.. en tehlikeli durumun bu kin olduğunu düşünüyorum.. bu
olgu ayrışmanın temelini teşkil ediyor çünkü..
Toplumun geri kalan kısmında güçlü bir ait
olma duygusu olduğunu sanmıyorum.. başta da belirtildiği gibi
Cumhuriyeti kuran kadrolar, ülkeye ve sisteme tam anlamı ile sahip çıkacak
üç nesil yetiştirecek kadar iktidarda kalamadılar.. her şeyden önce iç
ve dış dinamikler buna engeldi.. kaldı ki,
gelenekçi toplumlarda değişmez bir paradigma vardır.. her siyasi iktidar,
topluma kendi ahlak-eğitim ve ekonomik sistemini dayatır, toplumu bu esaslara
göre yeniden dizayn etmeye çalışır.. DP ve sonrasında gelen sağ iktidarlar
(özelikle Demirel ve Özal dönemlerinde..) toplumu böylesine köklü bir
değişikliğe götürmeyi düşünmemişlerdi.. oysa AKP tarafından dayatılan şimdiki
talep çok güçlü.. bu nedenle de kavga çok sert geçecek..
Gezi olayları bu kavganın başlangıcı idi..
aslında gerçekten azınlıkta olan demokrat yapılı insanlar, farkında
olmadan iktidarı denemiş oldular..
Öte yandan, kendi ülkelerinin yaşamsal
çıkarları uğruna, ABD, Rusya, AB bloku ve Çin Avrasya ve Orta
Doğudaki enerji havzalarını kontrol için her tür çatışmayı göze
almış durumdalar.. iktidarda kalmak uğruna her şeyi göze almış bir AKP,
(şimdilik) ABD nin arayıp ta bulamadığı özelliklere ve
vericiliğe sahiptir.. işte bu kaygıyla bir kez daha vurgulamak
isterim..
Kavga önceden kestirilemeyecek
kadar sert ve hatta kanlı geçecek gibi.. fikren buna hazır olmakta yarar
var.. bir ülkede, belli noktaları ele geçirmiş ve pastadan önemli paylar
alan hiç kimse kendi isteği ile o noktaları bırakmaz ve pastadan
vazgeçmez.. dünyada böyle bir şey yaşanmamıştır henüz.. bizim ülkemizde de
yaşanmayacaktır..
endişemin nedeni o..
saglikla, sevgiyle kalin,
nazmi alacadagli
nazmi alacadagli
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder