2012-02-21

SEVGİ ÜSTÜNE

Günlük yaşamda en çok kullandığımız birkaç kelimeden birisi “sevgi”..
Herkes farklı anlamlar yüklese de, genelde, soyut ya da somut, bir obje ya da nesneye karşı duyduğumuz farklı ilgiyi anlatmak isteriz “seviyorum” dediğimizde..
Sevgi birçok farklı olguyu da barındırıyor içinde.. örneğin sevgide korku da vardır..çekinme vardır, ürkmek vardır, kutsallık vardır, hayranlık vardır, dokunulmaz kılma vardır, ulaşamamak vardır, kıskançlık vardır, yergi vardır, her şeyden önemlisi sevgide abartı vardır.. belki de tanımlamaya çalıştığımız her duygu biraz (ya da çok..) abartılarak sevgiye yamanmıştır..
• Peki biz neresinde ve nasıl bir duruş sergileriz sevgiye karşı..?
• Ne kadar usta, ne kadar acemiyizdir bu konuda?
• Hangi yaş grubunda nasıl ifade ederiz sevgimizi, ya da acaba ifade edebilir miyiz?
• Toplumsal baskı ya da güdülerimiz nelerdir?

Neresinden bakılırsa bakılsın, eğitim sisteminin hiçbir aşamasında “duygu tanımına” yer ve önem vermeyen bir toplumda sevgi konusu da diğer birçok duygu durumu gibi sakat doğacak ve aynı eksiklikle büyüyecektir.. bunun sonucunda ise günlük yaşamlarında sevgi gösterisi ya da sevgi sunumu yapamayan insanlardan meydana gelen bir toplum çıkacaktır ortaya.. bu toplumun belirgin özelliği de ne yazık ki, birbirlerine karşı içleri kin ve öfke dolu insanlardan meydana gelmiş olmasıdır..
Ancak temel çelişki şu ki; gelenekçi toplumlarda iktidarı ele geçiren tüm siyasal gruplar, topluma kendi ahlak anlayışlarını ve değerler sistemlerini dayatıyorlar, böyle olunca da toplum otomatik olarak iktidar yanlıları ve karşıtları olarak keskin bir biçimde ikiye ayrılıyor.. ve en acısı iki taraf da karşı tarafa yaşam hakkı tanımak istemiyor.. başka türlü söylemek gerekirse, insanın en temel güdüleri bile siyasi tercihlere kurban edilebiliyor.. bir tür zincirleme reaksiyon: bizim gibi gelenekçi toplumlar geri kalmak zorunda oldukları için geri kalmış toplum oluyorlar.. ikinci bir seçenekleri yok ne yazık ki.. toplumsal iç dinamikler bunu zorunlu kılıyor.. bilimsellik olmayınca bu sonuç zorunlu oluyor..
Eğitimin iki baş özelliği bizim toplumumuzda hep göz ardı edilir..başka bir deyişle bu özellikleri bilinmez ve uygulanmaz..belki de bir toplumu geri bıraktıran ana etkenlerdir bunlar.. bu iki özellik “insan sevgisi / insana duyulan saygı ve ülke sevgisidir..”
Batılılar “bir ülkeyi savunmanın en ucuz yolu eğitimdir” derken bunu anlatmak istiyorlar.. küçümsediğimiz, vatan sevgileriyle alay ettiğimiz birçok toplum, eminim, ülkelerini ve insanlarını bizim sevdiğimizden çok daha fazla seviyorlar.. bizim sevgimiz birçok konuda olduğu gibi; “sözde bir sevgi..”
Bu eksikliğin günlük yaşamımıza yansıması ise, yukarıda da değinildiği gibi, duygularını tanımayan insanların kargaşa içinde yaşamaları ve yaşamlarını organize edememeleri şeklinde oluyor.. duygularımızı tanımadığımız-tanımlayamadığımız için, karşılaştığımız sosyal sorunları, yazıya önem vermeyip sözel kültürle yaşamaya alışmanın verdiği kolaylıkla, aslında özümüze ait olmayan, kulaktan kulağa dolaşan basma kalıp cümlelerle çözmeye çalışıyoruz.. daha doğrusu çözemiyoruz..
Farkında değiliz ama, ulus olarak, ortak bir geleceğe bakamıyoruz.. ülkede insan sayısı kadar farklı gelecek tanımı yapılabiliyor.. kültürel olarak birbirimizi anlama yetenek ve imkanlarımız giderek azalıyor.. ortak bir geleceğe sahip olma noktasında siyasilerin yaptıkları hataların nelere mal olduğunu Libya, Irak, Afganistan vb. ülkelere baktığımızda çok rahat görebiliyoruz..ve biz de korkunç bir hızla, akıl almaz bir biçimde benzer bir sona doğru gidiyoruz..
Temel ihtiyaçlarımız olan;
• Sevgi konusunda doyumsuz yetiştiriliyoruz,
• Anne-babalarımızdan ve yakın çevremizden, yeterli ilgi ve onayı göremiyoruz,
• Şefkat eksikliği yaşıyoruz,
• Yakınlarımız bize özel olduğumuzu duyumsatamıyor,
• Bunların sonucunda bencil ve içe kapanık bireyler oluyoruz,
• Yaşamımızda hep bir şeyler eksikmiş duygusuyla yaşıyoruz,
• Kendimizi değersiz görüyoruz,
• Sevgimizi koşulsuz veremiyoruz, hep bir karşılık bekliyoruz,
• Duygusal yaşamımızda hata üstüne hatalar yapıyoruz,
• Beklentiler üzerine bir yaşam kuruyor, beklentilerimiz zihnimizde kurguladığımız şekilde karşılanmayınca bozgunlara uğruyoruz,
• Kendimize yetemiyoruz, kendimizi yönetemiyoruz,
• Günlük yaşamlarımızda kontrol edemediğimiz bileşenler ve olgular hızla artıyor,
• Bu halimizle bile başkalarının yaşamlarını düzenlemeye çalışıyoruz,
• Ve iflas ediyoruz !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
• 50’li yaşlarımızı devirip, torun sahibi olduğumuzda, o kimselere veremediğimiz ve herkesten esirgediğimiz sevgimizin tümünü abartılı bir şekilde torunlarımıza sunuyoruz.. işin kötüsü, aslında bizdeki temel bir eksikliğin dışa vurumu olan bu durumu da, gerçek sevgi sanıyoruz..
Belki de temeldeki en acı gerçeğimiz, yanlış kurgulanmış yaşamlarımızı doğru yaşamaya çalışmamız.. bu ise mümkün değil..
Ülkemizde neden her şey ters gidiyor diye sorgulamaya gerek yok bence..
Çocuk yetiştirme yöntemlerimiz yanlış.. çocuklarımızı yetiştiremiyoruz.. bizim neslimiz bunu el yordamıyla, topal-aksak bile olsa yaptı ama kimse alınmasın, şu anki 20-30 yaş grubu bu konuda bocalıyor..
Yanlış bilgilerle yetişen çocuk hiçbir şekilde olgun bir yetişkin olamıyor..
Ve sonuçta 74 milyonun ezici bir çoğunluğu eksik kimliklerle, yanlış kişiliklerle yaşamlarını yaşıyor ve yaşatıyorlar..
Bilgisiz toplumların en temel özellikleri duyarsız olmaları imiş..biz öyle değil miyiz?
Biz hayata ne verirsek, hayat da bize onu geri veriyor..
Keyifle, sağlıkla kalın..