2012-03-04

BİRİSİNİ ÖZLEMEK ÜZERİNE

DEDE HÜSEYİN’E ÖZLEMLE..
Yılın birkaç gününü Adana’da geçirmek en büyük zevklerimden birisi. Belki de insan belli bir yaşa gelince, yani kırkını geçip, her yönden, özellikle fiziksel güç yönünden, düşüşe başlayınca, hele ellisine merdiven dayamışsa, kendisini geçmişe bağlayan kişi ve objelere daha çok ilgi duymaya başlıyor. Yıllardır arayıp sormadığı insanları aramaya, gitmediği, ihmal ettiği ve/fakat geçmişinde iz bırakmış olan yerlere ilgi duymaya başlıyor. Bu çift yönlü bir gelişim aslında. Biri, olgunlaşmanın doruğuna yaklaşma, dolayısı ile hoşgörü sınırlarının genişlemiş olması, diğeri, mutlak sona yaklaşma ve belki de ölüm düşüncesi. Kim bilir, belki de o güne kadar ihmal edilenlerden bir tür af dileme bile olabilir.
Sonuçta ben de belli bir yaştan sonra Adana’ya, oradaki arkadaşlarıma ve geçmişle bağlantım olabilecek her şeye, daha fazla ilgi duymaya ve yılın birkaç gününü orada geçirmeye başladım.
İlginç bir gelişme olarak şunu da not etmem gerek: ilk kez 40 yaşımdan sonra yakınlarımın mezarlarını ziyaret etmeye, hatta ihtiyacı olan mezarları onartmaya başladım. Aslında insan muhteşem bir yaratık. Beyni müthiş bir sıra ve düzen içinde çalışıyor. Hiçbir duygu durumu ve farklı bir algılayış, sırası gelmeden devreye girmiyor yaşamımızda.
Geçen yıl Adana’ya gittiğimde, her zaman olduğu gibi Dede’ye uğradım, “Dede ben geldim, yarın akşam ekibi topla” dedim. (Dede Hüseyin’in çocukluğumuzdaki lakabı Dev Hüseyin idi.. oldukça iri yapılı, kavgacı, gözünü budaktan esirgemeyen birisiydi.. bizlerden 2-3 yaş büyüktü.. futboldan anlamasa bile mahalle takımımızın değişmez elemanıydı, zira onun oynadığı maçlarda bütün şüpheli durumlar bizim takımın lehimize sonuçlanırdı!!)
Ertesi akşam Onbaşılar’da toplandık. İçki soframızı donattık. Yiyip, içmeye ve sohbete başladık. (Adana’ya her gidişimde eski mahalle arkadaşlarımla toplanmak gelenek haline gelmişti.. ülkemizde ve ne yazık ki, kendi aramızda oluşturduğumuz yabancılaşmanın harika bir örneği aslında bu olay.. Adana dışında olan bir tek ben varım.. Adana’da olan 10-11 eski arkadaş sadece ben Adana’ya gittiğimde bir araya geliyorlar..) Neyse, ızgara olarak, bu lokantada çok güzel yapıldığını söyledikleri “külbastı” söylediler benim için. Dışarıdan giden tek insan ben olduğum için, ilgi doğal olarak benim üzerimde yoğunlaşıyor. Yani sohbet ve konular bana yönelik olarak gelişiyordu.
İlerleyen saatlerde şöyle bir olay oldu. Tabağımdaki, gerçekten çok leziz olan, külbastıyı bitirip, mezelerden alıyordum. Arkadaşlarla hararetli konuşmalardan sonra çatalı elime her alışımda tabağımda meze türü şeylerin yanında harika bir et parçası buluyordum. Önce algılayamadım. Sonra dikkat ettim. Olay şu idi: Ben yüzümü konuşmak için arkadaşlara döndüğümde, Dede Hüseyin kendi tabağından bir et parçasını gizlice ve seri bir hareketle benim tabağıma koyuyordu. Bu olayı dört-beş kez yaşadıktan sonra, “Ne yapıyorsun sen?” dediğimde, o herkesin özellikle kızdırıp, galiz küfürler etmesini istedikleri, (çünkü çok güzel küfreder bizim Dede, güzel küfrün ne demek olduğunu da sadece Adanalılar bilir..) başkalarına göre belki de, “kaba-saba” olarak nitelenen, iri yarı ama sevgi dolu bu insan, büyük bir saflıkla, “olsun, ben senin yemeni istiyorum,” dedi.
Birisi tarafından bu şekilde düşünülmek muhteşem bir duygu. “Sevgi paylaşmaktır” tanımı bu yüzden en sevdiğim tanımdır. Paylaşım varsa sevgi de vardır. Paylaşım yoksa veya çeşitli nedenlerle ortadan kalkıyorsa, sevgi tehlikede demektir.
Erkeklerin dünyasında, bu tür ve farklı paylaşımların yeri daha fazla. Erkekler yaşamlarının büyük bir bölümünde çeşitli takımlarda spor yaparlar. Bu bir paylaşımdır. “Takım ruhu” denen şeyin gelişmesidir. Çeşitli sosyal etkinliklerde, büyük bir mücadele içinde, rakip olarak arkadaşları ile çekişir durur. Bunların hemen hiçbirinde, sonu kanlı-bıçaklı olacak şekilde bir son yoktur. Arada bir hır-gür çıksa bile, birçoğunun sonu tatlıya bağlanır. Kadınların dünyasında, sanırım, bunların yeri daha azdır. Onların dünyayı algılamaları bizden biraz farklı.
Örneğimizden hareketle şöyle bitirebiliriz sanıyorum. Bir kadının bir erkeği tam olarak anlayabilmesi için, o kadının da yaşamında, tabağına gizlice etin en güzel tarafını koyan bir başka kadının olması gerekir.. yani erkekler dünyasındaki kimi kaba-saba fedakarlıkların, kadınlar arasında da yaşanması gerekir.. Elbette kadın arkadaşlarım bu cümleden dolayı beni suçlayacaklardır ama ben kadınlar arasındaki dayanışma şeklinin bizlerden farklı olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadınlar yaşamları boyunca, hemen her şeyi, bu arada insanları da sürekli olarak kıyaslamak üzere koşullandırılmışlardır. Toplumsal dokumuz ne yazık ki bu şekilde…
Bu yazıyı daha önce okumuş olan bir kadın arkadaşım aşağıdaki açıklamayı yapmıştı. Elbette bu şekilde düşünen arkadaşlarımı saygıyla karşılıyorum..
“Bir kadın bunu yaşamı boyunca hep eşine, çocuklarına, sevdiklerine, arkadaşlarına yapar. Bu kadın tarafından sürekli yapıldığından öylesine olağanlaşır ki kimse farkında değildir. Erkekler daha bencil yaratıklar olduğundan ve böylesi davranışları pek yapmadığından onların bu davranışı bu duygular içindeki hemcinsini de şaşırtacak ölçüde bir sevginin işaretidir..”

NOT: Dede’yi geçen yıl bir trafik kazasında kaybettik. Bu akşam böyle bir dostu, iliklerime kadar özlediğimi hissettim, ve bu yazıyı sizlerle paylaşarak onu anmak istedim aslında. Okuduğunuz için sağolun..

Hiç yorum yok: