2008-03-19

TÜRKİYE'NİN YÖNETİLEMEME AÇMAZI

TÜRKİYE’NİN YÖNETİLEMEME AÇMAZI

(Ali Sirmen’in 15 Mart günkü yazısını okuyunca düşündüklerim!)

Toplumların nasıl yönetildiği, doğaldır ki toplumdaki okumuşluk oranı ve o toplumda evrensel doğruların hangi oranda kabul gördüğü ile doğrudan ilgilidir.
Doğrudan ilgilidir, çünkü yönetenler de yönetilenler de bu orandan etkilenirler.
Batı toplumları ile bizim toplumumuzun karşılaştırmasının yapıldığı birçok platformda, sıkça öne çıkan konu, batıda yöneticilerin eğitim durumu ile bizdeki yöneticilerin eğitim durumları arasındaki farktır.
Önemli bir fark da, gelişmiş ülkelerde her şeyin bir standardı olduğu, gelişmemiş ülkelerde ise hiçbir şeyin standardının olmadığıdır.

İddia edilir ki; batı demokrasilerinde en eğitimli % 5 toplumu yönetmektedir. Doğu demokrasilerinde ise, isterseniz buna demokrasi de demeyelim, doğu toplumlarında ise, yöneticiler ortalama ya da ortalamanın altında, bir zekaya sahiptirler. (Yargıtay Başsavcısının AKP ile ilgili açtığı kapatma davasından sonra parti yöneticilerinin beyanlarına bakıldığında bu zaten anlaşılacaktır. Diğer partiler farklı mı? Elbette hayır!)
Hal böyle olunca, sizden daha zeki, daha kıvrak zekalı, dünyayı ve evreni kavraması sizden daha üstün, dünya tarihini ve politik olaylarını sizden daha iyi bilen insanlarla aynı platformda karşılaştığınızda, başarılı olamazsınız.
Ancak ve ancak, başarılı olduğunuzu sanırsınız ve bunu halkınıza başarı imiş gibi sunarsınız.

Bu iki durum arasındaki temel belirleyici “eğitimdir, eğitimin şeklidir.”
Sorgulayıcı bir eğitim sistemine sahip değilseniz, sıradan ve orta düzeyde zekaya sahip insanlar yetiştirirsiniz. Aslında bu durum böyle ülkelerde istenen bir durumdur, zira sürü psikolojisi ile hareket eden insanları yönetmek daha kolaydır.
Zor olan hakkını arayan ve sorgulayan insanları yönetebilmektir.

Mediokrasi, bu tip ülkelerdeki sözde demokrasileri tanımlamak için kullanılan bir deyimdir.
Bu ülkelerde bizdeki gibi, yönetimin her kademesinde ortalama zekaya sahip insanlar vardır.
Halk da bu insanları, yöneticilere olan tapınma alışkanlığından dolayı, hep üstün insanlar olarak görme eğilimindedir.
Gerçek demokrasiler bu tehlikeyi algıladıkları ve bu durumun demokrasiler için bir tehdit olduğunu anladıklarından, eğitime ve üretime büyük önem vermişler ve orta zekalı insanların hiçbir zaman en tepeye çıkmalarına imkan tanımamışlardır.

Bizim gibi toplumlarda ise, yukarıda arz edilen negatif seleksiyonun etkisi ile liyakatsiz olanlar liyakatli olanlardan daha üstün bir duruma gelmişlerdir.
Böyle toplumlarda ise, “Mediokrasi genel oyda negatif seleksiyonla (olumsuz seçimle) birleşince artık bulunduğu noktada kalamaz ve hızla daha aşağı, yani “idiokrasi” (dilimize ahmakrasi diye çevirebiliriz. A.Sirmen) seviyesine kayar” Yönetme erki bu tip insanlarda olduğunda ilk yapacakları şey, eğitim sisteminde tam anlamı ile kendi istedikleri düzenlemeleri yapmaktır.

Bu konuda 1920’lerden bu yana yapılanları göz önüne alırsak;

• 1920-1945 arasında, kısmen batı tipi eğitim verildiğini, batı ile aramızda oluşmuş muazzam farkın kapatılmasına yönelik büyük bir gayretin sarf edildiğini,
• 1945 yılından başlayarak Cumhuriyeti kuran kuşağın, yapmak istediklerinden sapmaların başladığını,
• Emperyal güçlerin, Orta Doğuyu kontrol edebilecek bir konuma sahip Türkiye’de, kendi çıkarları doğrultusunda yönetimlerle çalışmak isteğinden kaynaklanan açık ve gizli müdahalelerin başladığını,
• 1950’lerden itibaren Demokrat Parti iktidarı ile sosyal yaşamda başlatılmış birçok olumlu hamlenin tersine dönmeye başladığını,
• 1960 İhtilali ve onun ürünü olan 1961 Anayasası ile modern devlete tekrar ani bir dönüş yaşandığını,
• 12 Mart ve 12 Eylül ile tam bir karşı devrim sürecinin başladığını görürüz.

Bu nedenle bugün gelinen noktada yadırganacak hiçbir şey yoktur, olması gerekenler yaşanmaktadır.

Daha önce birçok kez yinelenen bir sosyolojik yaklaşım gereği, “kültürsüzlük, süreç içinde kendisini üreten kültürsüzleşmeyi daha da güçlendiren bir dönüşüm içine girer” -Emre Kongar-

Görünürdeki tek çözüm ise, gerçekçi bir eğitim sisteminin ülkede uygulanması ve hiç değilse iki, hatta üç kuşak sonra, şimdiki basit sorunlarla uğraşmayacak bir toplum yaratmak için ilk adımların atılmasıdır.

Hiç yorum yok: