1. Yabancı filmlerde yeri geldiği zaman tekrarlanan bir replik vardır.. genç kız ya da erkek ailesinin düşündüğünden farklı bir şey yapmak istediğinde, örneğin anne önce karşı çıkar, sonra olaya karşı çıkmayan baba, olayı şöyle bağlar..”bu onun yaşamı, bırakalım nasıl istiyorsa öyle yapsın..”
2. Merak ediyorum, bu yaklaşımın altında yatan mantık; “o nasıl olsa doğrusunu bulacaktır..” mı, yoksa “yanlış yaparsa diyetini kendisi öder..” mi? Yoksa her iki şıkkı da içerecek şekilde anne-baba; “biz ona vermemiz gereken değerler sistemini verdik, iyiyi-kötüyü öğrettik, bundan sonrası onun bileceği iştir..” mi?
3. Yukarıda sayılanlar bizim çocuk yetiştirme tarzımıza, toplumsal eğitim sistemimize ve özellikle de toplumsal kontrol mekanizmalarımıza ters bir yaklaşım aslında.. Çünkü bize göre;
• Çocuklar, yaşları ne olursa olsun, büyükler gibi olgun düşünemez,
• Her an hata yapabilirler, bu nedenle biz onun yerine de düşünmeli ve işleri organize etmeliyiz,
• Onlar bizim güdülememize her zaman muhtaçtırlar,
• Ve nihayet yaşamları boyunca bize ihtiyaç duyarak yaşamalıdırlar..
4. İnsanla ilgili bilinen temel özelliklerden birisi, insanın dünyasını, kendi egosunun yanılmazlığı ve mükemmelliği üzerine kurmuş olmasıdır.. Üstelik biz sosyal bir konuda bir karar aldığımız zaman bu karar evrenseldir, herkes adına alınmıştır, başkalarının bu konuda düşünmelerine gerek yoktur, biz nasıl olsa doğrusunu düşünmüşüzdür..
5. Belki de dünyada, iki kişi arasındaki minik bir tartışmadan, en büyük savaşlara kadar, temel neden insan egosunun bu yanlış yapılanmasıdır.. ama bugünkü tıp ya da bilim bu konuyu henüz değiştirme olanaklarına sahip değil.. sadece, “daha iyi nasıl iletişim kurabiliriz” i anlatan kitap ve öğretiler bizi daha yumuşak ve hoşgörülü olmaya davet ediyor..
6. Egomuzun bu yapısı ise, artık tüm otoriteler tarafından kabul edilen bir bilgiye göre, 3-12 yaş arasında, bize, aile ve çevremiz tarafından yüklenen bilgilerle oluşuyor.. yani yetişkinlik yaşamımızda, karşılaştığımız bir olguyla ilgili bir karar üretirken, bilinçaltımıza kodlanmış bu bilgilere göre hareket ediyoruz..
7. Bu bilgilerin kodlanması ne kadar sert olmuşsa, kişi o kadar katı bir kişiliğe ve inanç sistemine sahip olacaktır.. yani yaşamında yalnızca siyah ve beyaz olacaktır.. başka deyişle kendi inandığı doğrular ve bu doğrulara inanmayan diğer zavallı insanlar vardır.. ailenin verdiği değerler sistemi daha yumuşak ve başka doğruların da olabileceği üzerine kurulu bir öğreti ise insan daha sakin, daha uzlaşabilir bir yapıya sahip olacaktır..
8. Öğretiler içinde dinler en sert ideolojiler olarak tanımlanırlar.. her din kendini “hoşgörü sahibi” olarak tanımlarsa da burada bir mantık hatası vardır, çünkü dinin yapısı hoşgörülü olmaya müsait değildir.. diğer insanları kendi dinine “bir demet çiçek uzatarak” davet eden din yoktur..
9. Bir başka sert ideoloji de siyasi görüşlerdir.. her tür siyasal sistem, kendisini, din konusunda olduğu gibi en mükemmel olarak görür ve karşı görüşe sahip olana yaşam hakkı tanımaz..
10. Herkes kendisini en çok saldırıya uğrayan kimliği ile tanımlamak ister.. bazı insanlar, dinlerine dokunulmasın isterler.. özellikle bizim ülkemizde, en masum bir tartışmada, hemen “arkadaşlar din konusu hassas bir konudur..lütfen…” denir.. Bazı insanlar için ise siyasi görüşler daha ön plandadır.. o alana kimse dil uzatmasın isterler..
11. Benim gibi bazı insanlar için ise bu iki kavramdan daha önemli ve kutsal başka alanlar da olabilir.. vatan sevgisi gibi, insan hakları gibi, hukuk gibi, insana verilmesi gereken değer gibi.. benim hassas alanım da burası.. ama nedense din ve siyasal görüş bu konuda sanki en dokunulmaz alanmış gibi bir duruş sergiliyor bu iki görüşün sahipleri.. oysa biraz akıl yürütme, bu iki alan dışında da kutsallar olabileceğini gerekli kılıyor..
12. Eğitim ise, bütün bu sertlikleri törpüleyerek, insanları ortak ve ideal bir görüş etrafında homojenleştirmeye çalışan bir sistemdir.. (eğitim derken bizim ülkemizdekini kast etmiyorum.. o tür eğitimin bizi getirdiği noktayı hepimiz biliyoruz..) tarafsız bir eğitim insana hoşgörülü olmayı öğretir.. farklı düşünebilen insanların varlığına tahammülü öğretir.. bizim sistemimizde bu olmadığı için hiç birimiz bizim gibi düşünmeyene tahammül edemiyoruz..
13. İlk üç maddede örneklemeye çalıştığım olay bu idi.. eğitimli insan, mantıklı insan, çocuğunun birey olduğunu kabul ediyor.. ama bu konuda eksiklik varsa, devreye; “biz onun yerine de düşünürüz..” yaklaşımı giriyor.. iflaslar da bu noktada başlıyor..
14. Üyesi olduğum yazışma gruplarında bu konunun örneğine sık sık rastlıyorum.. bazı gruplar, en küçük gerginlikte, ipleri hemen koparıyorlar, bazıları daha mutedil (yumuşak) davranıyor.. fark bu.. yoksa her iki grupta da, insanlar kendisi gibi düşünmeyene tahammül edemiyor.. sanırım bizim toplumsal eksiğimiz ve gelişmemizin önündeki en önemli engel bu.
Herkese keyifli bir hafta diliyorum..
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder