1. Bazı yazıları yazmak, yazarken düşünülen her şeyi kağıda dökmek, dökerken de okuyan herkesi memnun etmek zordur.. sanırım bu öyle bir yazı olacak.. ve sanırım bu yazının sonunda birçok insan bana kızacak.. ama insanları sarsmak gerekiyor bazen de..
2. Beni böyle bir yazı yazmaya iten olay, gelişigüzel gelen bir ileti.. çoğunuz okumuşsunuzdur; bir İngiltere kralı çeşitli nedenlerle azalan İngiltere nüfusunu eski haline getirmek için, o yıllarda hapishanelerde bolca bulunan ipten-kazıktan kaçan erkeklerle, fahişelerin cinsel ilişkide bulunmalarına izin vermiş.. böylece fahişelerden doğan çocuklarla nüfus artmış (!).. bu olaydan esinlenerek de; “kral kontrolünde ilişki” kelimelerinin İngilizce baş harfleri birleştirilmiş ve FUCK kelimesi türetilmiş.. iletinin son cümlesi de şöyle idi: “bütün İngilizler o.ç.dir..”
3. İleti böyle.. aylardır da internette dolaşıyor.. sanırım “empati” kelimesi bu tür olaylar için kullanılıyor..”bir an için kendinizi karşıdakinin yerine koymak” yani.. bu iletinin tam tersinin, yani olayın bir Osmanlı Padişahının kontrolünde ve Türkiye’de meydana geldiğini anlatan bir iletinin İngiltere’de elden ele, dilden dile dolaştığını düşündüm bir an.. ve iletinin sonunda da aynı uğursuz cümlenin bizim için yazıldığını.. neler yapardık acaba?
4. Eğitim ile yapılan şey, insanın o ana kadar yapmakta olduğu bazı davranış kalıplarını değiştirmeye yönelik, yeni davranış şekilleri sunmaktır.. burada yeni davranış şekilleri ile anlatılmak istenen, genel doğrular, giderek evrensel doğrulardır.
5. Üç yaşından itibaren başlaması gereken çocuk eğitimi ile ise; aile-okul-çevre üçlüsü, çocuğun sorunsuz bir yetişkinlik yaşayabilmesi için ihtiyacı olan her tür davranış kalıbını, yaşam karşısındaki sorunsuz duruşunu sağlayacak kriterleri ve gerekli evrensel değerler sistemini vermelidir.
6. Bir toplumdaki insanların; benzer duyguları yaşayabilmesi, asgari ve birbirine yakın bir vatan sevgisini taşıyabilmesi, dünyanın geri kalanından kopuk olmayan bir hukuk ve adalet duygusuna, kabul edilebilir bir etik değerler ve ahlak anlayışına sahip olabilmeleri için, o ülkedeki eğitim sisteminin toplum bireylerine bilimsel, tarafsız ve gerçekçi bir şekilde -en az on yıl süreyle- verilmesi gereklidir. Gelişmiş ülkelerde ortalama okumuşluk oranı 12-13 yıl, ülkemizde 4 yıldır.
7. İşte o zaman, en az on yıl aynı eğitimi alan insanlar homojenleşmeye, benzer duygular taşımaya, birbirine tahammül etmeyi öğrenmeye başlarlar. Yoksa geçmişte ve şimdilerde olduğu gibi, ülkenin bir yarısı diğer yarısına adı konmamış ve ne zaman ve nasıl patlayacağı belli olmayan, bir kin duygusu besler.
8. Klasik yaklaşımdır; insan kendisi dışındaki herkesin kendisi gibi düşünmesini istermiş. Ya da aldığı her tür kararı tüm insanlık adına aldığını düşünür, bu kararın evrensel bir doğru olduğunu varsayarmış. Egonun kendine olan hayranlığının doğal bir sonucudur bu. İşte gelişmiş ülke insanı, o uzun süreli eğitimle biraz olsun bu duygusunu törpülüyor sanırım. Bizim bu bağlamda, diğer insanlardan beklentimiz ise toplumsal dokumuz gereği ilginç bir şekle bürünüyor.
9. Eğitim durumumuzla ilgili iki örnek aktarmak istiyorum. Matematik ve fen bilimlerine düşman bir toplum olduğumuzu söylemek abartma olmaz. Tüm insanların sadece % 17’sinde matematik zekası olduğu söylenir. Sanırım bizim toplumumuzda bu oran çok daha düşük. Uluslararası ölçekte 38 ülkenin katılımı ile yapılan bir ölçme-değerlendirme sınavında Türk öğrenciler; fen dersi sorularına verdikleri cevaplardan, 38 ülke içinde 33. matematikte 31. sırada yer aldılar. Her dört yılda bir yapılan ve ülkemizin de üye olduğu bu oluşumdan Türkiye, alınan sonuçlardaki başarısızlık üzerine 1999 yılında ayrılmıştır. Sanki ayrılmakla sonuçları değiştirebilirmişiz gibi.
10. Öte yandan şöyle bir bilgiye de sahibiz: Sekiz yıllık ilköğretim sonunda;
• Türk öğrenci 7,500,
• ABD’li öğrenci 65,000
• AB üyesi ülke öğrencisi 45,000 yeni kelime öğreniyor..
• Türk öğrenci 6-7
• ABD’li öğrenci 16-18
• AB’ li öğrenci 15-17 kelimelik cümlelerle düşündüklerini ifade ediyorlar.
11. Ne denir? Malzeme bu. Durum böyle olunca, tüm dünyayı, uluslararası ilişkileri, çevre devletlerin aslında kendi ülke çıkarları için yaptıklarını, başka deyişle evreni algılamayı, duygularla yüklü bir anlayışla kavramaya ve anlamlandırmaya çalışıyoruz. Sonra da diğer ülkeler ve herkes için “neden bizim gibi düşünmüyorlar” diyoruz.. Her şeyi ve tüm ilişkileri sadece kendi eksenimizden bakarak değerlendiriyoruz. Bu, anne-baba çocuk ilişkilerinde de böyle, komşuluk ilişkilerinde de böyle, başka insanların söz konusu olduğu tüm ilişkilerde böyle.
12. Lütfen dürüstçe düşünelim şimdi. 18. ve 19. yüzyıllarda İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya’nın kendi ülkelerinin gelecekteki çıkarları için Osmanlı İmparatorluğu toprakları üzerinde güttükleri politikaları düşünelim. Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan başta olmak üzere Osmanlının parçalanan-kaybedilen toprakları üzerinde kurulan tüm devletleri ve Ortadoğu’daki bugünkü Arap devletlerini düşünelim. Hangisine kızmaya hakkımız var. Herkes doğal bir dürtü olarak kendi çıkarlarını düşünecek elbette. Bizim yapımız ise; “eğer sonuç bizim aleyhimize sonuçlanmışsa, onlar haksızdır” mantığına dayanıyor. Biz hala insanları ve ülkeleri “Türk dostu” ya da “Türk düşmanı” olarak ayıran bir mantığa sahibiz..
13. Sonuç olarak; kendimizi hiçbir şekilde başkalarının yerine koyarak düşünemiyoruz. Böyle olunca da her tür insan ilişkisinde çuvallıyoruz. Devletler arasındaki ilişkilerin, insanlar arasındaki ilişkilerden farklı olduğunu sanmıyorum ben.
14. Keşke benim yöneticilerim de, bugünkü bir Rum Devleti, bir Yunanistan, bir Ermenistan gibi ülke çıkarlarını ölümüne korusalar. Keşke bizler de bu duygusallığı bırakıp dünyayı daha gerçekçi bir gözle değerlendirebilsek artık.
2007-03-27
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Nazmi Bey,
yazinizi buyuk begeniyle okudum.
Dilerim dunyaya sizin gibi bakan/bakabilen insanlar artar.
Yorum Gönder