Gelenekçi toplum yapımızın zorunlu bir sonucu olarak bize verilen kültürel kodlara uyarak yaşadığımız sürece hiçbir zorluk ve tepkiyle karşılaşmadan yaşamımızı devam ettirebiliriz. İçinde her tür ahlak öğretisini, iyi-kötü, güzel-çirkin ve erdem tanımını, günah ve sevabı, kısaca toplumsal yaşamımızı yönlendiren her tür olguyu tanımlayan bu kodları sorgulamak, hele istenen normlardan farklı davranmak toplum gözünde suçlu, ahlaksız, günahkar gibi sıfatlarla anılmayı, ileri safhada ise cezalandırılmayı gerektiriyor.
Öte yanda bir de insanın özü, içinde mutlu olmak isteyen çocuk yanı var.
Yani, insan olmanın zorunlu bir sonucu olarak sahip olduğumuz içgüdülerimiz, içtepilerimiz, arzularımız, isteklerimiz var.
Bir yanda kültürel süreklilik sonucu olarak bizden istenenler, öte yanda bizim özümüz. (Bir başka deyişle bastırılmış kimliğimiz.) Toplum olarak karşılaştığımız birçok çıkmazda bu olgunun, itiraf edilmese de, izlerini görmek mümkün.
Bilinçli insanlar tarafından uyulmayan kuralların gözden geçirilmeleri gerektiğine inanıyorum. Şüphesiz, insan olarak işimize gelmeyen kurallara uymayıp, işimize gelenlere uymak gibi tarihsel bir ikiyüzlülüğümüzün olduğunun da farkındayım. Ama sağlıklı insanlardan meydana gelen bir toplum yaratılmak isteniyorsa bu gözden geçirmenin, dahası değişimlerin bir an önce hayata geçirilmeleri gerekir.
Peki, insanlar henüz kendi değer yargılarını, ön yargılarını, inançlarını, kısaca sahip oldukları bütün bir değerler sistemini gözden geçirmeyi bir gereklilik olarak görmüyorlarsa ne olacak? Çünkü insan, ve insanların meydana getirdiği toplum, kendi bünyesinde yapacağı değişimi ancak bıçak kemiğe dayandığında bir gereklilik olarak görüyor ve eyleme geçiyor.
Bir kural değişene kadar toplumun dışlaması sonucu acı çeken, aşağılanan, cezalandırılanlar ne olacak?
Olayın bir de şu yüzü var: Değişim, ister sigarayı bırakmak gibi somut bir olay olsun, ister bazı olaylar karşısında, örneğin çocuklarına daha yumuşak ve hoşgörülü davranma isteği gibi (bu istek diğer insan ve ailelerden etkilenmek şeklinde bile olabilir, hiç önemi yok, yeter ki değişim olumlu olsun) insanda kesinlikle rahatsızlık yaratıyor. Çünkü bize toplum tarafından verilip oynamamız istenen rolün dışına çıkmak, başta da belirtildiği gibi, hayli zor ve zahmetli bir iş. İnsan ve toplumlar ise kolayı seçmeye, var olan durumu devam ettirmeye, alıştığı gibi yaşamaya yatkın bir yapıya sahiptir.
Son olarak da olayın ayrı ayrı kadın ve erkek açısından değerlendirilmesi var. Zira iki cinsin yaşamı algılayışları ve özellikle ahlak kurallarını kabulleniş biçimleri farklı olabiliyor. Bu da bizi zorunlu olarak, sahip olduğumuz tüm değerler sistemini gözden geçirmemizi gerektiriyor.
Toplum yapımıza baktığımızda bilginin elde edilme sürecinde insanların herhangi bir zahmete girmeden nesilden nesile aktarılan bilgiyi kullandığını görüyoruz. Belki de toplumun “gelenekçi” olmasının temel nedenidir bu özellik. Ya da bu özellik, buna bir tür tembellik de diyebiliriz, sonucunda toplum gelenekçi bir yapıya sahip olmuştur.
Ülkemizdeki yetişkin nüfusun ortalama okumuşluk oranı 4 yıl. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında okuma-yazma oranı ise %3 gibi inanılmaz bir rakam. Ülkemizdeki bütün gazetelerin toplam tirajı, ki bu tiraj tüm çabalara rağmen dört milyonu aşamıyor bir türlü, Avrupa veya ABD’deki tek bir gazetenin ortalama tirajı kadar. Neresinden bakılırsa bakılsın, okumayan ve okuyana pek de iyi bakmayan bir toplum yapımız var.
Sahip olduğumuz değerler sistemi ağırlıklı olarak dinsel motiflerden etkilenerek oluşturulmuş. Böyle olunca dinsel kurallar günümüzün neredeyse 24 saatini, başka bir deyişle tüm yaşamımızı düzenlemeye de istekli ve hevesli.
Dinsel değerler sisteminin en çarpıcı yanı, yüzyıllardır "günah" kavramı ile yetiştirilmiş nesillerin, günah ve yasak denen kavramların bazen tersinin de doğru olabileceğini hiçbir şekilde düşünememeleri. Bu nedenle attığımız her adımda "öte dünya" ile ilgili korku ve endişeler hep ön planda yer alıyor. Böyle olunca, yani kültür ve ahlak kuralları dinsel ağırlıklı bir egemen kültürün zorlaması ile oluşmuşsa, değişim de neredeyse olanaksız hale geliyor.
Öte yandan, çöken bir Osmanlı değerler sisteminin yerine geçecek ve toplum katmanları tarafından itirazsız kabul gören değer yargıları da yaratılamamış. Bütün bulların zorunlu sonucu ise :
• Kendisine ve her şeye yabancılaşmış bireyler,
• Dürüst olmayan kişilikler,
• Benzer olaylar için hep farklı kararlar üreten insanlar,
• Yalan ve hile ile yaşamayı alışkanlık haline getirmiş aileler,
• Kendi doğrularını ve gerçeklerini yaşayamayan bir toplum oluşturmuşuz.
Bunun tersi bir yaşam tarzı öncelikle çok dürüst olmayı gerektiriyor. Bizim bu kültürle bunu başarmamız çok zor. Toplumda bazı kıpırdanmalar yaratabilecek güçler olarak sayabileceğimiz; medya, ünlü sanatçılar, siyasetçiler bu misyonu üstlenemeyecek kadar duyarsız ve birikimsiz. Yapılan her şey ortalama okumuşluk oranı 4 yıl olan insanlara yönelik. Böyle olunca da insanları düşünmeye sevk edecek hiçbir etken oluşamıyor.
Ekonomik ve cinsel dürtülerin insan yaşamındaki etkileri belli. Bunlardan özellikle cinsel olanları yüksek sesle söyleme cesaretine sahip olan insan sayısı ise çok az. Bunun temel nedeni de, geliyor geliyor o içimizdeki korkulara dayanıyor.
Bir yanda dinsel korkular, bir yanda da toplumdan dışlanma korkusu. Aslında hiçbirimiz tam anlamı ile dürüst değiliz. Yanımızda, kimselerin görmediği bir yığın maskeyle dolaşıyoruz. Gün içinde, karşılaştığımız her farklı durum / olay / insan / oluşum vb. için bu maskelerden birini (uygun olanı) seçiyor, yüzümüze takıyor ve tüm insanların, bizim bu yüzümüzü tanımasını istiyoruz. Belki maske sayımız, biz olgunlaştıkça, güçlendikçe, bilgi birikimimiz arttıkça azalıyor. Bir tek öldüğümüz an gerçek yüzümüzü görüyor insanlar.
Ama o an o kadar kısa ki..
Hem artık kendimizi anlatma şansımız da yoktur artık.
2007-02-24
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
• Kendisine ve her şeye yabancılaşmış bireyler,
• Dürüst olmayan kişilikler,
• Benzer olaylar için hep farklı kararlar üreten insanlar,
• Yalan ve hile ile yaşamayı alışkanlık haline getirmiş aileler,
• Kendi doğrularını ve gerçeklerini yaşayamayan bir toplum oluşturmuşuz.
Toplumun yukarıdaki özelliklere ulaşabilmesi için,
a. Dolaylı vergilerin yüzde 85 e çıkması gerek.
b. Eğitim almadıkları halde, doğurdukları yada doğurttukları çocuk sayısına göre, devletten sadaka alabilmeleri,
c. Yaz ortasında kömür yardımı ve kuru bakliyat torbalarına alıştırılmaları,
c. Ramazanlarda çadırlarda oruç bozmaları,
d. Benzinin litresinin 2.5 dolar olması,
e. Ülkenin tüm banka, liman ve fabrikalarının yabancı sermayeye satılması,
f. Ülkenin borçlarının faizi olarak, son altı yılda (2000-2007) toplam 254 milyar doların faiz olarak ödenmesi,
g. Fethullah Gülenin, Türkiyeyi düşman ülkesi ilan etmesi, ve faiz dağıtan banka kurması,
h. Ülkede 15 milyon nüfusun, 2 dolar ve altı ile yaşama mahkum edilmiş olması,
i. Hiç vergi vermeyen ve kaçak çalışanların, ödemelerinde fiş istemeyenlerin, yeşil kart alarak, vergi ödeyenlerin parasi ile beleş tedavi olması
gerekmektedir.
SONUÇ OLARAK, ÜLKENİN EMPERYALİST GÜÇLERE TESLİM EDİLMESİ, VE HAİNLERİN BESLENMESİ GEREKİR.
Yorum Gönder