2007-02-16

Ülkemizin Son Otuz Yılı

1. 1990 yılı sonlarında, Irak Kuveyt’i işgal etti. Bunun üzerine, ABD’nin 22 ülke silahlı güçlerinden oluşturduğu müttefikler 1991 Ocak ayında Irak’a saldırdılar. Harekat sınırlı oldu. Irak Kuveyt’ten çekildi, ABD Saddam’ı devirmek yerine Irak’ın altyapı tesislerine büyük zarar vererek savaşı sona erdirdiler. Dünyada yeni bir sayfa açılmıştı. Baba Bush’un deyişiyle; “artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı..”
2. Yine 1991 yılında SSCB’nin çökmesiyle kapitalizm dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmeye başladı. Bu kez bu iş savaşsız ve silahsız yapılacaktı. Çünkü “tarihin sonu gelmişti” o yıllardaki klasik söylemle.
3. Yeni ismiyle “küreselleşme” emperyalizmin tüm yeryüzüne, kendi kurum ve kurallarıyla yayılmasından başka bir şey değildi. Elbette ki bu durumdan en çok etkilenen ülkeler, ulus devlet nitelikleri devam eden gelişmemiş devletler olacaktı.
4. Geçmişte, “sömürgeci” dönemde hedef ülkelerde çok büyük kıyımlar yapılmış ve o ülkelerin tüm zenginliklerine büyük bir acımasızlıkla el konmuştu. Artık büyük kıyımlar yapmak yerine gelişmemiş ülkelerin zayıflıklarından yararlanarak, neredeyse o ülkelerin sömürgeci güçleri, bizzat kendilerinin davet etmesi söz konusu idi. Bütün planlar ve yapılanmalar buna göre şekilleniyordu.
5. Yıllara göre bir ayırım yapacak olursak, 1970’li yıllardan önce emperyal ülkeler hedef olarak seçtiği ülkelerde işlerine gelen sektörleri denetlemekte ve sömürmekte idi. 1980 sonrasında ise iyice vahşileşen emperyalizm, hedef ülkenin tüm kurumlarını ve varlıklarını kendi denetimine almak yolunu seçmişlerdir. Bu durumda bu tür hedef ülkeleri “sözde özgür” ülkeler dersek abartma yapmış olmayız sanırım.
6. 80’li yılların başında, hızla küreselleşen kapitalizm hedef ülkelerde kendisine yakın çevreleri kullanma sürecini başlatmıştır. Bu bağlamda, bizim ülkemizde Özal’ın kimliğinde kendi liderlerini bulmuşlardır. Artık ülkede hayata geçirilen her yeni uygulama dış ülkelere biraz daha bağımlı hale gelmek anlamına geliyordu. Bunu bu şekilde dile getirenlere ise, şimdi olduğu gibi o yıllarda da “bozguncu, servet düşmanı, dinozor, hatta komünist” gibi isimler veriliyordu.
7. Sonuçta 24 Ocak kararları uygulamaya kondu. İşin garip tarafı şudur bence. Gelişmemiş ülke yöneticileri olup-biten olguları dünya ölçeğinde değerlendirme yeteneğinden yoksundurlar. Bu nedenle kendilerine önerilen/dayatılan uygulamalara hep kurtarıcı gözüyle bakarlar, sonuçta ise battıkça batarlar. Bize önerilen yeni oyuncak “ekonomik serbesti” idi. TL devalüe edilerek dalgalı kura geçildi, faizler piyasa koşullarına terk edildi, Türk Parasını koruma kanunu kaldırıldı, ithalat her konuda serbestleşti ve biz tam bir tüketim toplumu olduk.
8. 1990 yılında dış borcumuz 49 milyar dolar iken, 97 yılı sonunda 93 milyar dolara çıkmıştı. Bugün ise 193 milyar dolardır. Bu sarmala girdikten sonra kurtuluş yoktur. Her gelen iktidar borç devraldığını söyleyerek borçlanmaya devam edecektir.
9. 12 Eylül’ün, ekonomi bilimi yoksunu generalleri hiçbir şeyin farkına varmadan bu sistemi desteklediler. 1989 sonlarında ülkenin ipi tam olarak çekildi ve “ticari serbestiden” daha da tehlikeli olan “mali serbesti” ye geçildi. Ülkenin son bağımsızlık kırıntıları da elden çıkmaya mahkûmdu artık.
10. 90’lı yıllardaki koalisyon hükümetleri (Çiller-Karayalçın) Avrupa’da bir ilke imza attılar ve ülkemizi AB üyesi olmadan gümrük birliğine soktular. Başta Avrupalılar bile buna inanmak istemedi ama 65 milyonluk dev bir tüketicinin üzerine balıklama atladılar.
11. 2000’li yılların başında silahsız işgal hemen hemen tamamlanmış ve ülke teslim alınacak hale gelmiştir. Artık en küçük bir olay bile ekonominin tepetaklak olmasına yetmektedir. Bu nedenle ülke borçlarının ödenmesini garanti altına alınmasını sağlamak gerekmektedir.
12. Kemal Derviş denen adam devreye sokulur. Her şeye rağmen, emperyal güçlerin önünde zaman zaman pürüzler çıkaran Ecevit ve benzeri bazı politikacılar vardır. Oysa arzulanan şey, dikensiz gül bahçesidir. Bir kez daha düğmeye basılır. Kapalı kapılar arkasında yapılan pazarlıklar sonucu ılımlı İslam denen modeli uygulamak üzere AKP devreye sokulur. AKP bünyesindeki güçler, 80 yıllık kin ve öfkeyle Cumhuriyete Batının düşündüğünden çok daha istekli bir şekilde saldırdı. Ülkenin temel kurumlarını ve kamu yönetim düzeni tahrip edilmeye devam ediliyor.
13. 1950’li yıllardan itibaren uygulanan yöntem başarıya ulaşmış, toplum iki anestezi (din ve tüketim) ile uyutulmuş ve istenen toplum düzeni (ya da düzensizliği) sağlanmıştır. Bunun adı “kontrollü istikrarsızlıktır.” İşin garibi, biz olup biten her şeyin kendi istek ve irademizle olduğunu sanıyoruz hala.
14. Ben ise yıllardır şunu çözemiyorum. Ülkenin başına bela olan uygulamaları yapan politikacılardan vefat etmiş olanlar, ya devlet mezarlığındalar ya da adlarına yapılan anıt mezarlarda yatmaktalar. Halen yaşamakta olup ileride vefat edecek olanlar da aynı şekilde, ya devlet mezarlığına defnedilecek ya da adlarına anıt mezarlar yapılacaktır. Ne biçim bir toplumuz biz yaa???
20 KASIM 2006

Hiç yorum yok: