2007-02-27

"Öteki"ni Anlamak Üzerine

1. Son yıllarda “öteki” kelimesi o kadar kullanılır oldu ki; bu konuda, tarafsız bir yazı yazma isteği biraz da cesaret istiyor.. kim ne derse desin, “din” kavramı gibi bir şey bu.. herkes “öteki” nin tanımını kendisine göre yapıyor çünkü..
2. En basit tanımı ile, “öteki, bizim dışımızda gördüğümüz herkes ve her şeydir” diyebiliriz.. insan egosunda o meşhur yanılmazlık yanlışlığı ve “her şeyi en iyi ben bilirim” düşüncesi olduğu sürece de, yaşamımızda “ötekiler” var olmaya devam edecektir.. Gelenekçi bir toplum içinde yaşadığımız için; onlara karşı hissettiklerimiz ise, hafif bir eleştiriden, yaşamalarının gereksiz olduğu düşüncesine kadar geniş bir yelpazeyi içerecektir kuşkusuz. Farklı düşünen insanların barış içinde bir arada yaşamaları ise, nispi olarak daha gelişmiş ve kültür düzeyi daha yüksek toplumlar için geçerlidir. Bizim gibi “geç milliyetçilik” dönemi yaşayan toplumlar için ise bu şimdilik bir hayaldir.
3. Şu bir gerçek ki; günümüzde “öteki” dendiği zaman, çoğunlukla “siyasi görüş” ya da “dinsel görüş” olarak bizden farklı düşünenler kast ediliyor. Gelenekçi toplumlarda ise bu iki kavram, önemli bir tutunum noktası teşkil ettiğinden, toplum üzerinde -belki de olması gerekenden daha fazla- bir ağırlığa ve karşıt görüşlere karşı savunma ihtiyacına sahiptirler. İşte bu nedenle, bu sahiplenme kimi durumlarda karşıt görüş sahiplerinin yaşama haklarına gasp edecek düzeylere gelmektedir.
4. Tek tanrılı dinler, ortaya çıkışlarından itibaren, birbirine benzer argümanları savunmuşlardır. Örneğin, her üç din de kendi sistemlerinin son derece hoşgörülü olduğunu ileri sürer. Oysa böyle bir düşünce, eski deyimle, “eşyanın tabiatına aykırıdır..” Zira dinler, kendilerinden önceki dinlerdeki eksiklikleri tamamlamak üzere geldiklerini, en mükemmel öğretilerin kendi dinlerinde olduğunu savlarlar. Elbette ki, tüm insanların bu dine inanmaları gerekmektedir. Bu konuda gerekirse her tür “zor kullanma” mubahtır. Nitekim sosyoloji tarihi, insanın insana işkence ve eziyet etmesinin, tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasından sonra başladığını söyler. Başka deyişle, “kahramanlık çağı” artık sona ermiştir.
5. Devletlerin ortaya çıkmasından sonra da, iktidar ve zor kullanma tekelini elinde bulunduran siyasal güç, kendi ülkesi içinde sisteme karşı çıkan her sesi susturmak üzere yapılanmıştır. Kolay yönetim bunu gerektirir çünkü.
6. Oysa ötekini anlamak için hoşgörü gereklidir. 4 ve 5. maddelerde sözü edilen gerekçelerle, insanların ve yöneticilerin bu hoşgörüye sahip olmaları için yaşanması gereken sürece, “demokrasi tarihi” dersek abartmamış oluruz sanırım. En geniş anlamı ile bu süreç ise, bir toplumda yaşayan bireylerin her tür “aşağılık komplekslerinin” olumlu anlamda tatmin edilmiş olmasıyla mümkündür. Bu olgu ise, bir yandan ilkokuldan itibaren verilecek olan eğitimle, bir yandan da ülke dinamiklerinin uluslararası alanda başarı kazanmak üzere harekete geçirilmesi ile gerçekleşebilir sanırım.
7. Gelişmiş ülkelerde iktidar değişimi, toplum katmanlarını bizde olduğu gibi derinden etkilemiyor. Bizim ülkemizde, özellikle 1950’li yıllardan itibaren başa gelen her iktidar, ülkedeki tüm değerler sistemini derinden etkileyen değişikliklere başvurmuştur. Farkında olmasak da, her ekonomik sistem kendi ahlak anlayışını da topluma dayatır. Bu dayatma, uluorta göze çarpmasa bile, toplumdaki değerler sisteminin yerinden oynamasına neden olur. Eğer değişen değerler sisteminin yerine yeni ve daha gelişmişleri konmazsa (ikame edilmezse) toplumun büyük sarsıntılara uğraması kaçınılmazdır. Belki de, son 50-60 yıldır benzer sorunların bir türlü üstesinden gelemeyişimizin altında yatan gerçek neden budur.
8. Yapılan bu önemli hatanın yanı sıra, ülke olarak, gelişmiş ülkelerdeki gibi bilimsel temellere dayanan bir eğitim sistemine sahip değiliz. Her iktidarın kendi ahlak anlayışını dayatması bir yana, el attığı ilk konu ilkokuldan başlayarak eğitim sistemini kendi inançları doğrultusunda değiştirmek olmaktadır. Sağlıklı bir sistem tesis edilemediği için, mevcut durumdaki eğitim ve çocuk yetiştirme sistemimiz, her çocuğun kendi arkadaşlarını mutlakla geçilmesi gereken rakipler olarak görme üzerine kurulmuş olmaktadır. Bunun ne kadar sakat bir düşünce olduğu ise ortadadır.
9. Bütün bunlar yan yana gelince, başkalarına karşı duyulan korku, insanları gettolaşmış sitelerde yaşamaya itti. İtilen sosyal katmanlar da, korku duygusuna neden oldukları söylenen insanlar da, bundan zararlı çıktı. Halen her iki tarafın süratle birbirlerinden uzaklaşma sürecini yaşıyoruz. Üstelik bu uzaklaşma beraberinde tarafların birbirlerine diş bilemelerini de getiriyor. Her iki kesimdeki paranoid kişilikler öteki ile ilgili bir kaygı beslemeye devam ediyor ve her ortamda bu kaygıyı yüksek sesle dile getiriyor. İnsanın en temel ve güzel dürtülerinden birisi olan “başkalarına karşı sorumlulukları olma” bizim toplumumuzda giderek yok oluyor.
10. Bu noktada ise devreye başka bir bileşen girmektedir. Devletin Emniyet Kuvvetleri. İktidarların ilk el attıkları konu okullar ise hemen arkasından da “emniyet güçleridir..” Bu güç tarafsızlığını yitirdiği an ülkede kaos yaşanması kaçınılmazdır. Ve biz bu kaos ortamına çok büyük bir hızla girmekteyiz.
11. Yaşanan bunca olumsuzluk yetmezmiş gibi, ülkedeki kimi güdümlü ne sorumsuz medya bu olumsuzluğu körükleyecek biçimde yayınlar yapmaya devam ediyor.
12. Sonuçta, geldiğimiz noktada belirginleşen çözüm yolu, tarafsız yöneticiler, bilimsel yöntemlere dayanan bir eğitim sistemi ve insanların birbirlerini sevmelerine, saygılı olmalarına dayanan bir toplum düzeninin varlığı olmakta. (Bunları uygulama yeteneğimiz olsa bu duruma da gelmezdik denebilir.)

Hiç yorum yok: